...XXI...

47 2 0
                                    

Vakit akıp gitti. Okumaktan yorulduk, kitabı kapatınca, "Asıl ablamdan kitabın elimze geçişini dinlemen lâzım. Başımıza gelenleri sor," dedi Sylvia. Gözlerimizden ışık çıkıyordu.

Kendimi tutamayıp, "Bu kısacık okuma bile yetti

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Kendimi tutamayıp, "Bu kısacık okuma bile yetti. Xenophen tanıdığım en sakar adam, bir o kadar da şansız biriydi. Birden gözümde yükseldi, Etten kemikten sıyrılıp Romalı büyüklerimizin mermer bedenlerinden biri gibi tahtına oturdu. Yeteneklerini stiliyle buluşturmuş, metin gerçekten eşsizdi. Zihnimde adı silinmeyecek bir deha oluverdi," dedim. Dışardan koşuşturma sesleri geldi. Sylvia kitabı bana bırakıp odadan ayrıldı. Kitabı elime alıp pencerenin kenarına oturdum. Denize bakıp uzun uzun düşündüm, manzara muhteşemdi. Kapağı açıp tekrar okumaya koyuldum. Suratsız, bize görünmeyen Petronia gemide işleri kontrol ediyor olmalıydı. Akimos Hoca derin derin uyuyordu. Hazinemi bulmuştum, çocuk gibi neşeyle sayfalara kafamı gömdüm. Acılarım dinivermişti. İlk bölümü bitirene kadar kitabı okumayı bırakmadım. Belki de okuduklarımdan etkilendim, bilemiyorum. Leydi Thrud'un sözleri zihnimde parladı. Ne şölendi ama! Rahip tayfasının zehirli otları sayesinde ne acayip şeyler yaşadık. Rüyalar, rüyalar. Hepsi canlandı, denizin ışıltıları üstünde hepsini bir bir tekrar izledim. Prometheus'un mahkemesi, dev ağacın sözleri kulaklarımda yankılanıyordu. Uçtuğumu hissettim. Leyleğin tekiyle konuştum. Rüyalarım sayesinde hayata bakışım değişti. Tüm olup bitenleri düşünürken yastığıma yaslandım. Görülecek bir hesaplaşma, alınacak intikamlar vardı. İyileşmeliydim.

Pergamon bana hep iyi gelmiştir

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Pergamon bana hep iyi gelmiştir. Akropolisine (*1) çıkıp tepeden ovaya uzanan şehre bakmak insanı sonsuzluğa dokunuyormuş gibi hissettirir. Efes kadar kalabalık olmayışı, seçkinlerin akropolisdeki o sonsuzluk hissinde zamanın ötesindeki yaşamı bana çok iyi gelecektir. Umarım tiyatroda iyi bir oyun ya da gösteri falan vardır. İtiraf etmek gerekirse amfitiyatrosu ve yamaç tiyatrosu sayesinde Ephesos'un önündeydi Pergamon. Parşömenin vatanı Pergamon. Benim için her zaman eşsiz değerde bir kent. Ephesos'u Roma'ya benzettiğim zamanlar çok olmuştur. Pergamon, sadece kendisiydi.

Akimos Hoca nihayet kendine gelip uyandı. Sylvia hocanın koluna girip koltuğa oturttu. Hizmetliler en kıymetlim hocamın elini yüzünü silmek için yardım ediyorlardı. Petronia içeriye girdi, peşinde hekimler... Herkes buradayken sofranın kurulması için hizmetlileri uyardım.

Petronia zırhını, kılıcını çıkarıp yanımıza oturdu. Hekim İtzhak, kollarıma ve ayaklarıma merhemleri sürerken, "Pergamon'a varana kadar biraz daha toparlamış olacaksın. Endişe duyulacak durumda değiller. Biraz yavaş iyileşiyor o kadar. Pergamon'daki ilk haftalarında toparlamış olursun diye tahmin ediyorum. Nefes alıp verirken zorlanıyor musun?" diye sordu.

Kulağına eğilip, "Git gide nefesim açılıyor, ama helâda zorlanıyorum," dedim.

Utandığımı anlamıştı, "İdrarın ve dışkının rengini gözlemlemelisin. Bu odaya özel iki hela yapıldı. Akşama yine konuşuruz," dedi fısıldayarak. Sakince işini bitirince merhemleri deri işi çantasına koydu. Hizmetli genç önüme büyükçe bir sehpa koydu. Akimos Hoca biraz yürümek istediğini söyleyince Sylvia ve hekim İtzhak'le odadan ayrıldılar. Güverte de turlayacaklarmış.

Petronia yorulmuş gibiydi. Bacaklarındaki korumaları çözdü ve sandaletlerini de çıkarıp ayaklarını uzattı. Heyecandan yerimde duramadım. Odayı ufak ufak adımlıyordum. Küçük daireler çizerken göz göze gelmemeye dikkat ediyorduk. Saçlarındaki incileri çıkartırken, ayaklarını suya koydu. Oda gül yağı koktu. Cesaretimi toplayıp, "Dinlenen Athena gibisin komutan hanım," dedim.

Gülümseyerek hiç ilgisi yokken, "Çok şey değişti evet, O tecrübesiz genç kız değilim artık," dedi, kendine fazlaca güvenen tok bir tonda. Bir tür savunmaya geçmişti. Aldırmadan dairelerimi patilerimi ata ata biraz daha yavaşça salınıyordum.

Sitemle, "Hemen hemen on yıldan fazla geçti," dedim. Yüzüne düştü, çocukluğundan kalma o hüzün üzerine çöktü. En fazla neye üzülüyordu bilmek istedim, "Ne geldi aklına?" diye sordum, onu rahatsız ettiğimi bilerek.

"Yüz yıl kadar uzun sürmüş bir on senecik geçmiş, haklısın," dedi ve sustu. Sustuk. Hizmetçiler, köleler tembihlenmişçesine bizi yalnız bıraktılar. Kalkıp kendine şarap doldurdu. İçtikçe dili açıldı. Nerede neler yaptığını uzun uzun anlattı. Onu özenle dinliyor, geçen yıllarda ne kadar değiştiğini görmeye çalışıyordum. Duyduklarımdan anladığım, o artık baştan tırnağa bir askerdi. Hem de dili Efesli, ruhu Artemisli büyük bir komutan asker. Onca yıl aldığı askeri eğitiminden sonra önce lejyoner birliklere sonradan da büyük Roma ordusuna katıldığına hiç şaşmıyordum. En azından emin olduğum şey tüm bunlar kayıp ailesini aramak içindi. Yaralarını deşmek istemedim. Dalgınlıkla onu izlerken gülümseyerek dudağın ucuyla, "Her şey akar" (*2) dedi. Kadehinin dibini görene kadar dudaklarını yapıştırdı. Bu ses, bu tavır kesinlikle ona ait değildi. Aklınca bana meydan okuyordu. Hadsiz hadsiz Efesli elitlerin ağzından konuşmaya gayret etmişti. Cürete bak. Cevap vermedim. Anlamamış gibi görünmek istedim. Onu tüm sakinliğimle sessizce izliyordum. Kadehini doldurup tekrar yudumladı, "Hayat bana suymuşum gibi davrandı. Kimi zaman durağan o bereketli Nil nehriyim. Zaman zaman taşıyor hayat oluyordum. Kimi zaman da azgın ve bir o kadar yıkıcıyken genç Kaystros nehriydim. Yaş aldıkça durağanlaşıyor, sularımı biriktirip kabarıyorken bile güçleniyordum. Çarptığım her şey, gücüme boyun eğip un ufak oluverdi," dedi.

Kadehini şerefime kaldırdı. Kendimi tutmakta zorlanıyordum, işin gerçeğibunu beklemiyordum. Gerçekten şaşırmıştı. Ben o tecrübesiz, hırçın, başına buyruk kaba kadını tanıyordum. Saygı duruşu olarak kadehimi kolumun kalktığı son yere kadar yüksekçe kaldırıp hafiften bükülerek selamladım. Aynen onun gibi geçen yalnız zamana inat hırsla tek seferde hepsini içiverdim.

Karşımdaki kadın, yıllarca yaşamları ve tarzlarıyla alay ettiği Efeslilerden biri olmuş hatta bir ileri gidip gösterişi de terk ederek sözlerinin anlamını diliyle kontrol eden bir söz işçisine dönüşmüştü. Kendini bulmuş, savaşçı kadınların izlerini taşıyordu. Karşısına çıkan ne varsa acısıyla tatlısıyla yaşamış belli. Olanları özümseyip kendini yenilemeyi ihmal etmemiş. Gözlenince ilk göze çarpan buydu. Bilse hislerimi açmazdı ya o ağzını, neyse... Büyük bir değişimi yalnız başına geçiren sadece o değildi. Konuştukça daha da karşı konulmaz bir ilaheye dönüşüyordu. Yıllar önce Vedius Gymnasium'unda elimin altında eğittiğim kız çocuğu hiç değildi. Kılıcını çekmiş söz cambazına karşılamamı, "Hem nehir akıp gitmiş hem de insanlar zamanla değişmiş, her şey sadece değişmiş," dedim. Onun söz kırbacından daha yukarı çıkmamaya özen gösterdim. Sesindeki düşmanca çığlıkları iyice görmek istiyordum. Avı korkutmadan izliyordum sadece. Ufak ufak panter adımlarıydı benimki. Kimi filozofların sözleri üzerinden atışmak ne de Ephesoslu bir tavırdır. Sadece o bakışı, gözün arkasındaki ruhtu değişmeyen.

(1*)Akropolis: Genelde şehre hâkim yüksek bir kayalık üzerinde bulunan ve büyük mimari ve tarihi önemi olan birçok antik yapı kalıntılarını içeren eski bir .

(2*) Filozof Efesli Herakleitos 'un meşhur sözü.

Efeslilerin Byzantium MasalıWhere stories live. Discover now