Pergamon'a Ayak Bastık: İki Hasta bir Leydi...

20 0 0
                                    


 Acı içinde kıvranarak gözlerimi açtım, yataktan doğrulurken su istedim. Yudumladıkça kurumuş boğazım nemlendi. Gecenin belalı rutubet kokusu dağılmamıştı. Köleden yardım alarak güverteye çıktım, elimi yüzümü yıkamak için işlemeli tepsiyi göğsüme doğru tuttular. Yavaşça gözlerimi ovarak yıkadım. Sakalımı sıvazlayarak devam ettim. Yaşlı elleri havluyu tutuyordu, "Biz faniler, sonuçlardan mı ders çıkaracağız?" diye sorup yüzümü kuruladım.

İskemle isteyip yanıma oturdu. Ellerimizde bastonlarımız karşı karşıyaydık. İhtiyar Akimos Hoca, "Deli herifi göz hapsine aldık," dedi, sol elini sağ elinin üstüne bastonuna bastırarak koydu.

Ayağımı uzatmak için küçük tabureye ayağımı uzatırken omuzlarımı ovalayan güzel hizmetlimin elini tuttum, ellerini çekiverdi. Elimi kaldırınca bizi yalnız bıraktılar. "Talih bizden yanaysa, bir ipucun vardır umarım," dedim gözlerimi devirerek.

Sakalını sıvazlayıp düşünceli düşünceli, "Henüz dişe dokunur bir şey yok..." dedi, burkularak.

"Bu kirli oyunun içine yitildik, tehlikeli sulardayız. Ne yapıp ne edip deliyi konuşturmalıyız. Canını bağışladım. Başında muhafızlar eksik olmasın," dedim, nefes nefese. Ciğerlerim yanıyordu. Hocam parmağını kaldırınca tekrar su getirildi. Kurumuş incir, üzüm, ceviz ve sütlü bal getirdiler. İhtiyar tüm tedbirlerin alındığını, dikkatle durumu gözlediklerini ve olabilecek karşı saldırılar konusunda konuştu durdu. Bunca kötülüğün arasında sağ salim evime döneceğim günleri iple çekiyordum. Bedenim çürükleri içinde, yarı ölüydüm. Pergamon'a varacağımız güne kadar gemi içinde dolanarak devam ettim. Aynı günler, zehir dolu geceler birbirini takip etti. İkizlerle kaldığımız yerden devam ediyorduk. Soğukluk yerini artık unuttuğum gençlik kokan dostluğa bıraktı. İthzak Hekim en ketumumuzdu, dikkatle kışkırtmaya devam etsem de ağzından laf almak imkansızdı.

O gün geldi, Pergamon'a en yakın limana demirlemiştik. Bastonumu alıp aksayarak odadan çıktım. Oturabileceğim bir iskemleyi hemen getirdiler. Ekmek ve peynir istedim. Güneşlenerek kahvaltımı yaptım. Odayı boşaltıyorlardı. Köleler hiçbir detayı atlamadan her şeyi paketlediler. Taşınanlara baktıkça ne de çok şeyi yanımıza almışız dedim. Oysa evden o kadar uzak kalmak istemiyordum. Tehlikenin kokusu telaşımı harlıyordu. Alevler içinden sıyrılıp güvenle evime dönmek için tek engel hastalığımdı. Bu zehri çekip atacaklar, hem de pek yakında.

Sıkılıp güvertede yürümeye başladım, Sylvia yanıma geldi. Koluma girdi, "Seni taşımayı en sona bıraktık," deyip kahkaha attı. Yüzüme çocukça bir gülümseme oturdu. Kötürüm bir mal olmuştum, gülüştük.

"Merakla atları görmek istiyorum," dedim. Bu anı kaçırmak istemeyeceğimi tahmin etmiş olmalıydı. Yüzünde yine o Munzur gülüşler vardı. Eliyle aşağıyı işaret edince ayağa kalkıp gemiden sarkarak baktım, "En eğlenceli kısmı umarım kaçırmamışımdır. Atlarımın gemilerden ayrılışını görmek istiyordum," dedim, en güzel anı kaçırmamışım. Geminin ortasına gelip tekrar baktığımda onlarca atı tek sala çıkarıp karaya taşıyorlardı. Bu atların hepsi Vedius Gymnasiumu'nda özenle eğitilmiş atlardı. Dalgaların çarpıp hareketlendirdiği her an ters dönebilecek saldan veya sudan hiç ürkmüyorlardı. Hepsinin başı dik, havada, kulaklarını ve kuyruklarını dikmiş dengede durmaya çalışıyorlardı. Toprağa basmadıklarının farkındaydılar, atların çoğu insandan daha zeki olduğuna eminim. Askerler bile dikkatle atlarımız izliyordu. Kıyıya ulaşır ulaşmaz kuyruklarını sallayarak saldan toprağa usulca atlıyorlardı, şiir gibiydi. Salın iplerini kıyıya çeken askerlerin böyle bir şeyi ilk defa gördüklerine emindim. Atları yetiştirirken gemiden sahile yüzerken yaralanma tehlikelerine karşın böyle bir eğitime tabi tutmuştuk. Tedbir, ince bir savaşçı taktiğidir. Önceden hazırlanmak düşmanların gücünü çürütür.

Efeslilerin Byzantium MasalıWhere stories live. Discover now