İstanbul'a Yolculuk

1.2K 113 148
                                    

Bölümleri atlatmadan okuyun arkadaşlar. Yoksa birşeyleri kafanızda tam oturtamazsınız 🥲

Bışar'ın ağzından

( 10 Eylül 1968 )

***

Geçici hükümetlerin istikrarsız halleri iyice durgun bir hal almıştı. Taki 1968'lere kadar. Özellikle Süleyman Demirel'in dünyadaki gelişmeleri takip etmesi ülkeye biraz da olsun refah getirmişti. Ekonomik, sosyal ve refah anlamdaki gelişmeler, az da olsa göze çarpıyordu.

Bunun yanında dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ideolojik farklılıklar ortaya çıkmıştı. En çok da üniversitelerde 27 Mayıs darbesiyle beraber, hükümetlere kafa tutan solcu gençler ortaya çıkmaya başlamıştı.

Öğrenciler hükümetlerden özgür fikirler ve haklar istiyordu. Bir nevi öğrenci ve hükümetler birbirleriyle rekabet haline girmişlerdi ve bu iyice çığrından çıkmaya başlamıştı.

Kendilerince haklıydılar. Bu yüzden akademik haklar ve özgür bir eğitim sistemi için ayaklanmalar baş göstermişti.

Hem solcu kesim hem de sağcı kesimin ülke adına bir şeyler istemesi ve hükümetlerin bu fikirleri ısrarla reddetmesi ülkeyi iyice çıkmaza sokmuştu

🍂

Girdiğim üniversite sınavdan çok iyi bir puan almıştım. Tam da istediğim gibi İstanbul üniversitesi gazetecilik bölümüne birinci sıradan giriş yapmıştım. Araştırdığıma göre birinci sıradan bölümü kazananlara belli bir miktar burs veriliyordu.

Ayaklarım ise yerden kesilmiş hissediyordum. Günlerdir heyecandan uyuyamıyordum. Deli gibi yatağımda bir o yana bir bu yana dönüp duruyordum. Şimdi ise üniversiteye gitme zamanı gelmişti.

Şimdi ise otogardaydık...

Annem gözleri dolmuş, elini ağzına götürerek öylece bana bakıyordu. Annemin bu duygu dolu halini fark ettiğimde, direkt omuzlarından tutup kucağıma çekerek kocaman sarıldım. Kollarımı dört bir yanına çevreleyip, birkaç saniye gözlerimi yumdum. Çok seviyordum annemi. Hemde dünyadaki herşeyden daha çok.

'Dışarda yolcu kalmasın. Otobüs hareket etmek üzere!!!' diye bağıran muavine baktım ve iki dudağımı birbirine değdirerek ''Ehh, artık yolcu yolunda gerek'' dedim ve annemin pamuk gibi ellerine sıkıca birkaç öpücük daha kondurup, tekradan sarılışına yanıt verdim. Başına kokulu bir öpücük bıraktım. Nedendir bilmiyorum ama anneme sarılmamla boğazımda ufak da olsa bir yumru oluşmuştu.

Başını göğsümden çekmeden ''Aramaktan çekinme emi oğlum. Sık sık telefondan ara. Paraya da ihtiyacın olursa sakın çekineyim deme'' dediğinde,

''Merak etme annem, yeteri kadar param var'' dedim ama inanmamış olacak ki ''Sen yine de ne olur ne olmaz diye istemekten çekinme oğluşum'' diye diretti

Annemin yanaklarına sulu sulu öpücükler kondurarak ayrılıp, ninemin yanına gittim. Bizim evin tek çınarıydı. Babamın kaybı, akabinde dedemin vefatı derken gittikçe içine kapanık olmuştu.

Ninemin ışığı sönmüş gözlerlerine bakarak, fısıltı gibi çıkan sesimle ''Pamuğum. Ben gidiyorum annemle Gülsüm sana emanet'' dediğimde, elini kaldırarak parmak ucundan yanaklarıma dokundu. Ardından ağzından ufak bir hıçkırık kaçırdı. Çünkü babama çok benziyordum.

Babam gibi boylu olmuştum. Boyum 183 ve kilom da yetmişlerde bir şeydi. Tıpkı babamın gençliğine benziyordum. Babamın resimlerine her baktığımda, alakasız bir şekilde gururlanıyordum. Kim babasına benzemek istemezdi ki. Hele ki çok yakışıklı ise.

PARÇALI HAYATLAR     SAĞ-SOL.  Where stories live. Discover now