8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''

1.7K 184 198
                                    


8: "I miss you every moment that you're not with me, Jungkook."


Jungkook için hiçbir zaman kardeş bağı önemli olmamıştı. Bu sebepten ötürü ağabeyi Seokjin'e karşı sevgi beslemekte oldukça zorlanıyordu; yalnızca bununla da sınırlı değildi. Jungkook genel olarak Jeon ailesinin tüm üyelerine ısınmakta zorluk çekmişti. Bunun nedeni, o zamanlar henüz genç olan Jungkook'un kendisini, ailesinden çok farklı görmesiydi.

Her şeyden önce Jungkook için para önemli değildi; Jeon ailesi içinse para her şey demekti. Para, gücü elinde bulundurmayı sağlardı. Para, itibar kazandırırdı. Para, bulunduğu kişiyi değerli bir hazineymiş gibi gösterirdi; Para, cennete ulaşan kilitli kapıların anahtarıydı. Jungkook için ise, para kapıların kilitlenme sebebiydi.

Jeon Ailesinin kalan tek üyesiyle, Seokjin'le, oldukça zıt düşen bir çocuk olarak Jungkook, Seokjin'in yanında barınmayı bir türlü başaramamıştı. Henüz on sekiz yaşındayken, ağabeyiyle yaşadığı devasa villadan ayrılmıştı. Yaklaşık yirmi beş senedir Jeon Ailesi'nin ikamet ettiği bu evden ayrılması Jungkook için, bulunmaz bir fırsattı. Anne ve babasının suikasta kurban gittiği bu evde daha fazla yaşamak istemiyordu; o ev, kendisine yalnızca ölümün soğukluğunu anımsatıyordu. Jungkook o evde kaldığı her saniye anılarıyla boğuşuyor ve açıklanamaz duygularının esiri oluyordu. Seokjin ise senelerini o evde tasasız bir şekilde yaşayarak geçirmişti. Yaşanılan suikastın sonunda annesi ve babasını ortadan kaldıran bir adam olarak, tedirginlik hissetmemesi oldukça olağandı.

Jungkook hatırladığı akıl almaz anılarıyla kriz geçirmenin eşiğine gelirken; Seokjin yalnızca şen kahkahalar atıyordu. Aralarındaki en bariz farkta bu sayılırdı. Jungkook hassas bir insandı. Seokjin ise, tüm duyguları alınmış denilecek biçimde oldukça katı, umursamaz ve aldırmaz bir adamdı.

Jungkook bir hışımla Seokjin'in şirketine giriş yaptığında, kendisini her zaman olduğu gibi Park Sooyoung karşılamıştı. "Hoş geldin." dedi, şen şakrak bir tutumla. Fakat Jungkook onu her zaman olduğu gibi umursamamayı tercih etmişti. Sooyoung, Jungkook'un bu tavırlarına alışkındı. Yine de Jungkook'un onu her seferinde reddetmesine şaşırıyordu.

Güzelliğinin farkındaydı; Siyah saçları, alnını kapatan güzel kakülleri, dolgun kırmızı dudakları, şekilli burnu, tek bir bakışıyla insanları etkileyeceği türden iri, kahverengi gözleri vardı. Girdiği her ortamda dikkat çekiyor, tüm ilgiyi üzerinde topluyordu fakat konu Jungkook olduğunda, hayal kırıklığına uğramıştı. Onu bu denli umursamasının ve takıntı haline getirmesinin sebebi belki de buydu. Reddedildiği tek kişi tarafından, ilgi görmek ve arkadaş olmak istiyordu.

Jungkook, kendisiyle birlikte seri adımlar atan kadına ters bir bakış attı. Attığı her adımda, siyah topuklularının çıkardığı ses, sanki zihninde yankılanıyordu. Bu durumdan rahatsızdı, adımlarını durdurdu, "Seokjin'in odasının yerini biliyorum." dedi, yüksek bir tonda. "Sen kendi işine bak."

"Bir kere olsun, şu şirkete güler yüzlü bir şekilde gelmedin." dedi, kadın tatlı bir tebessümle. "Neden bu kadar gerginsin, Jungkook?"

Jungkook, karşısındaki kadına dik dik baktı. "Seninle konuşacağımı sana düşündüren şey ne?"

Sooyoung kötü, en önemlisi de art niyetli bir kadın değildi. Yaptığı iş gereği insanları iyi analiz ediyordu ve Jungkook'un psikolojik durumunu kısa süre içerisinde algılamıştı. Samimi bir şekilde gülümsedi, "Benimle konuş demiyorum, Jungkook." derken ses tonu oldukça kibardı. "Ama psikolojik yardım alabilirsin. Sana yardımcı olacağına eminim."

Jungkook gözlerini kıstı ve karşısındaki kadını şüpheyle süzdü. Psikolojisinin normal olmadığını, onun hayatında yeri olmayan sıradan bir kadının bile anlamış olması kendisini kötü hissettirmişti. Yine de yüzünde mimik oynamadı. Az önceki konuşma hiç yaşanmamış gibi kadına sırtını döndü ve yürümeyi sürdürdü.

Paradise | TaekookWhere stories live. Discover now