8. Bölüm "Tutsak"

68 1 0
                                    

Dudaklarım bükülmüş karanlık odada öylece önüme bakarken tepemden sarkan ışık sayesinde yerdeki ufak su birikintilerini görebiliyordum.

Canım sıkılmıştı ve beni izleyen birilerinin olduğunu bildiğim için bir şey yapamıyordum. Yoksa çoktan ellerimdeki iplerden kurtulmuştum.

Yine de kollarım arkamda bağlı, ipi de bir tur etrafında çevirmiştim, fark edilmesin diye.

Etrafıma bakıp gözlerimi kısarak incelemeye devam ederken birden köşedeki kapı açıldı. İçerideki adam dışarı çıkarken artık tek olduğumu düşünüyordum.

Hızla ellerimdeki iplerden kurtulurken ayaklarımı da çözüp ayağı kalktım. Birkaç saniye vücudumu esnetip sandalyeyi ve ipleri alarak az önce açılan kapının kenarına geçtim.

Tahminimce üç gün önce Ares Yılan beni buraya atmıştı. Tahmin ediyordum çünkü ne zaman olduğunu kestiremiyordum, artık.

Açlıktan ve susuzluktan başım dönerken yemek için çıktığını bildiğim adam da her an dönebilirdi. Bana yemek veriyorlardı ve az çok ne zaman geleceklerini de kestirebiliyordum artık.

Son yemeğimi yemediğim için bu sefer biraz daha erken çıkmıştı ve o yemeği yemediğim için cidden başım dönüyordu.

Zar zor kendime hâkim olmaya çalışırken kapı açıldığında, adamın içeri girmesini bekledim. Elinde ufak bir tepsi ile içeri girdi ancak benim olmam gereken yere bakınca kaşları çatılmıştı.

İçeri bir adım daha atmasını bekleyip girdiği gibi sandalyeyi kafasına geçirdim
Adamın başı dönmüş tam düşecekken de elindeki tepsiyi alıp yere düşmesini sağladım.

Yemek bu, ziyan olmasın şimdi.

Adam, yerde kalkmaya çalıştığında, tepsiyi yere bırakıp sandalye ile ense köküne sert bir darbe vurdum. Anında yere düştüğünde iç çektim. Umarım ölmemiştir.

Hızla yemeği yiyip kendime gelmeye çalıştım. Şu an dışarıda ne olduğunu bilmiyordum ama hemen çıkmam gerektiğinin farkındaydım. Öykü'ye ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Şu an ne yaptığını ve güvende olup olmadığını.

Ayakkabılarımı çıkarttıkları için çıplak ayaklarımla ve ince bir tişört ve eşofmanla koridora geçtim. Ağır ve temkinli adımlarla yürüyordum. Üst kata çıkıp sonunda bodrum katından kurtulurken köşeyi döneceğim sırada gördüğüm kamera ile duraklayıp hızla duvarın arkasına geçtim.

Bir çıkış yolu bulmaya çalışırken birden sol tarafımdan bir ışık geldi. Çatık kaşlarımla o tarafa yöneldiğimde, mutfak masasının üstünde duran ev telefonu ile karşı karşıya gelmiştim.

Dudaklarımı yalayıp yavaşça uzanıp açtım. "Yavrum, sonunda çıktın."

Omuzlarım düşerken başım da öne eğilmişti. "İyisin, değil mi?"

"Yavrum, beni düşünme şimdi. Kameraları halletik, dışarı çıkılması kaldı sadece. Ön bahçede on yedi, arka bahçede yirmi dokuz kişi var. Beynini çalıştır ve bahçeden çık. Dışarıdayız."

"Tamam."

Telefonu kapatıp etrafıma bakındım. Nasıl dikkatlerini çekeceğimi düşünürken gördüğüm şişler ile kaşlarım havaya kalktı. Dudaklarımda bir gülüş ile beş altı tanesini cam kapaklı dolaptan çıkarıp mutfak tezgahına bıraktım. Çekmeceleri sessiz olmaya çalışarak açıp kapatırken gördüğüm kumaş peçetleri çıkarttım.

Bütün içki şişeleri ile küçük düzenekli bombalar yaparken işim bittiğinde etrafıma bakındım. Buradan gönderemezdim.

Şişelerle beraber bulduğum ocak çakmağı ile mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Çamaşır odasını bulduğumda, içeride duran ipleri alıp bir şişeyi buraya bıraktım. İçine ipi bırakıp bağladıktan sonra da uzatarak iki odaya daha girip aynı işlemleri tekrarladım.

Zaaf -GayDonde viven las historias. Descúbrelo ahora