☆.𓋼𓍊 29 𓍊𓋼𓍊.☆

346 63 158
                                    

Birine aşık olmak, onu dünyadan yalıtmak, tüm izlerini silmek, gölgesinden yoksun bırakmak, ölümcül bir geleceğe sürüklemek demektir. Çevresinde ölü bir yıldız gibi dolanıp onu kara bir ışığın içine çekmek demektir.

-Jean Baudrillard

𓍊𓋼𓍊

Hayat her zaman yüzümüze gülmezdi, hatta biz çaresizce ağlarken izlemeyi tercih ederdi; bizi ağlatan o değilmiş gibi.

“Evet, çok kötü yaralandın; ama henüz ölmedin.” derdi hayat. Çünkü iş ölüme varana kadar herkes güçlüdür. Herkesin içinde bir yerde o güçten bir gram da olsa kalmıştır. Hayat bizi ağlatıp zorlayarak o gücü arama çabasına girmemizi ister aslında.

Ağla, daha çok ağla. Her şey mahvolmuşcasına ağla ki, bir şeyleri düzeltmek için çözümler üretmek zorunda olduğunun farkına var. Düştükçe ayaklan, yıkıldıkça kalk ve öldükçe diril.

Tüm bunlar bizi daha güçlü yapan birkaç yıkıcı hamleydi. Okul hayatı, iş hayatı, ailevi meseleler vb. derken dayanacak gücümüz kalmaz, kopma noktasına geliriz. Ama maalesef biz pes etsek de hala devam eden bir ömrümüz var ve yaşamakta olduğumuz bir hayatımız.

Gitmemiz gereken okulumuz, işimiz vardır. Kimse perdelerini çekip evde oturarak atlatamaz bu süreci. İşte tam bu sırada insan farkına varır; hayat devam ediyor.

Her şeye rağmen hayat devam eder, ruhen yorulsan da bedenen yapman gereken şeyler devam etmek zorunda. Yapmak zorundasın, yaşamak zorundasın. Tüm bunlar bizi ayakta tutan şeyler.

Beynim patlayana kadar düşündüğüm geceler oldu... Nereye kadar böyle devam edecek?

Üniversite sınavına hazırlanırken çok düşündüm bunu. Çalış, çalış ve çalış; sonra?

İşte insanların hatası buydu. Bir saniye sonramız belli değilken birkaç sene sonrasını düşünüp kendimizi strese sokuyorduk. Her şeyi düşüncelerimizle katlediyorduk.

Oldu işte... Sınavı kazandım, okulu bitirdim ve iş buldum şimdi de ilk yılımı doldurmak üzereyim. Bunun için çalıştım senelerce. Peki uykusuz kaldığım gecelere değdi mi?

Hiçbir şey sağlıktan önemli değilken hastalık boyutuna varacak kadar çalışmaya değer miydi gerçekten?

Yanımdaki kadına bakıyorum. Yorulmuş, bitkin düşmüş, bunalmış ve acı çekiyor. Sanki yıllardır yorulduğu yetmezmiş gibi. Evet... Anna'dan bahsediyorum.

Hayatın, yüzüne gülmediği insanlardan biri.

Dün gece Bayan Suran'dan gelen telefonla uyanmış, Anna'nın hastaneye kaldırıldığını öğrendiğim gibi kendimi buraya atmıştım. Doktorlar onu görmeme izin vermediği için hastane koridorlarında kafayı yememeye çalışarak geçirmiştim. Annemle babam sakin olmamı söyleseler de Anna'yı görene kadar hiçbir şekilde rahatlayamamıştım.

Bayan Suran'a neler olup bittiğini sorsam da Bay Hangwoo'nun mahçup ifadesinden dolayı bir tahminim vardı, yine de duymak istemiştim.

Anna ve babası kavga etmiş, Anna sinir krizi geçirip ortalığı ayağa kaldırmış. En sonunda bünyesi bu sinir stresi kaldıramayınca bayılmış, apar topar hastaneye getirmişler.

Bir hafta geçmişti ilk kavganın üstünden. Anna iki gün bende, üç gün de Yoko'nun evinde kalmıştı. Ama eninde sonunda evine dönmek zorunda kalmıştı. Ailesi ile hiç iletişim kurmadığı için eve döndüğü ilk akşam sessiz sedasız geçmişti, bunu bana mesajla anlamıştı. Ama pazar akşamı kıyamet kopmuş işte.

Next Step | Kim SeungminWhere stories live. Discover now