26.Bölüm : İntikam Vakti.

805K 33.8K 6.6K
                                    


Upuzun bir ara verdik Karantina'ya. Sezon finaline giren diziler gibi uzun bir ara... Ama biliyorsunuz, okulum gerçekten çok yoğun, imza günü, Sınırsız'ın görüşmeleri, İstanbul'a gel-gitler, kitap çalışmaları, kapak-ayraç-koku seçimi vs derken çok yoğun bir dönem atlattım. Atlatabilmiş de değilim aslında hala, finallerim başlamak üzere. Ama yine de zaman buldum ve mesajlarınızı, yorumlarınızı dikkate alıp nihayet yeni bölümü yazdım. Bölümden önce önceki bölümlere göz atıp hatırlamanızda fayda var. Yazarken çok gerildiğim bir bölüm oldu, Karantina'nın türü Gerilim hikayesi oldu resmen! Baştaki amacım da buydu, daha karanlık bölümler bekliyor sizi. Çünkü tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir sır var Karantina'nın altında. Tahminlerinizi bekliyorum. İyi okumalar dileriim^^  -Beyza.


26.Bölüm : İntikam Vakti.
*Sadece ateş dokunabilirdi ateşe, su güneşe dokunsa sönerdi güneş...*

Neler olup bittiği hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Sadece şuan değil, son on sekiz yıldır hayatımda neler olup bittiği hakkında hiçbir fikrim yok. Ama Onur hayatıma girdiğinden beri bu kat ve kat arttı. Bu okula geldiğimden beri... Geldiğim ilk gün, bir cinayete tanık oldum. Hayatıma üç insan girdi. Yanlarından ayrılamadığım, beni bırakmayan, benim de asla gitmek istemeyeceğim üç insan. Hep bekledim, neyimize güvendik bilmiyorum ama bir ipucu bulup Onur'un babasını suç altında kalmaktan kurtarırız diye bekledim. Ama bu iş garip bir yere sürükleniyor. Katil, ya da cinayete tanık olmuş biri notlar bırakıyor, notlar onu işaret ediyor... Onu. Daha yeni tanıyor olsam da çok sevdiğim o üç insandan birini. En korktuğumu, en çekindiğimi, en yanında kalmak istediğimi. Onur'u. Bakışları öyle karmakarışık ki gözlerinden hiçbir şeyi anlayamıyorum. Ama içinde bir çocuk var, görebiliyorum.

Ben en başından beri bu olay benim başımdan geçiyor sandım. En başından beri bunu kendi hikayem sandım. Ama belli ki bu hikayenin yan rolünden başka bir şey değilim ben. Bu onun hikayesi, Onur Zorlu'nun. Son not açık olarak bir şeyi işaret ediyordu, Onur'un bir hastalığı olduğunu. Bir şeyler yapıp unuttuğunu. Cinayeti işlediğini, farkında bile olmadığını. Dakikalarca tuvalette kaldım, bunu araştırdım. Bazı insanlar çocuklarında travmatik olaylar yaşadıklarında büyüdükleri zaman yaşadıkları benzeri travmatik olayları unutabiliyorlarmış. Ona geçmişi hatırlatan bir olay yaşadıklarında beyin otomatik olarak bir bedende iki travmayı kaldıramayacağından birini silebiliyormuş. ''Bu çok fazla, birini silelim.'' Hiçbir tıbbi bilgim yok, hiçbir kesin bilgi bulamadım, ama okuduğum yorumlar bu yöndeydi. Bu da benim içimde büyük bir şüphe penceresi açmaya yetti de arttı bile. Telefonu ısrarla titrediğinde araştırdığım sayfayı kapatıp bildirim ekranını aşağı indirdim,

*CİNAYET adlı Whatsapp grubundan yeni mesajlar*

*Onur : Zeynep*
*Burak : Efendim?*
*Mert : Burak Onur'u rahat bırakıp langırt oynamaya gelir misin kardeşim?*
*Burak : Kız var mı?*
*Mert : Var da sen geldiğinde burada durmaya devam edeceklerini sanmıyorum...*
*Burak : Siktir git*
*Burak : Güzel var mı?*
*Mert : Var da sen geldiğinde burada durmaya devam edeceklerini sanmıyorum...*
*Burak : Mert*
*Burak : Sana yılın mizahşörü ödülünü vermek isterdim ama verdiğimizde elinde duracağını sanmıyorum...*
*Mert : SUS VE GEL BURAK*
*Burak : Sus ve öp beni Mert*


Gruptaki konuşma bittikten sonra araya girdim, ''Neredesiniz, geliyorum?'' Onur'un cevabı gecikmeden geldi,

*Onur : Kantindeyiz. Ölen kızın arkadaşları burada. Konuşmak için seni bekliyorum.*


Telefonu cebime atıp tuvaletten hızla çıktım, tuvalet aynalarının yanındaki askılığa astığım montumu alıp giydim. Koridorda hızlı adımlarla yürüyüp koridorun sonundaki merdivenden kantine doğru indim. Kantinin bir köşesinde Burak ve Mert langırt oynuyorlardı, Mert'in dediği gibi gerçekten de Burak gelince yanındaki kızlar gitmişti... Onur kantinin en dip köşesinde oturmuş soğuk çayını yudumluyordu. Hızla ona doğru ilerledim. Masaya yaklaştığımda olduğum yerde kaldım, o bana bakarken ben de ona baktım. Gözlerim sorar gibiydi, yaptın mı Onur... sen bunu yaptın mı...

Bakışları sert gözleri masumdu. Bu çok az insanda olabilecek bir denklemdi. Masum bir sertlik. Ağır ağır ilerledim, karşısındaki sandalyeye oturdum. Şüpheyle gözlerine bakmaya devam ediyordum. Kaşlarını çattı ben gözlerine bakarken.

''Zeynep, iyi misin?'' Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. Başımı salladım.

''İyiyim, sen iyi misin?'' Hafifçe gülümsedi.

''Ben genelde iyi olmam.''

''Biliyorum.'' Ellerimi montumun cebine soktuğumda garip bir şey fark ettim. Yeni bir kağıt. Dokunmadığım, buruşturmadığım yeni bir kağıt. Şok içinde yutkundum. Kağıdı olduğu yerden çıkarmadan nutkum tutulmuş gibi Onur'a bakmaya devam ettim.

''Sen iyi değilsin.'' diyerek elini uzattığında kendimi istemsizce geriye çektim. Şoka girmiş gibi baktı bana,

''Yüzün kırmızı... Ateşin var mı diye bakacaktım?'' Yutkundum. O an çok gergin bir anımdaydım. İstemsizce korkmuştum. Kendi elimi alnıma değdirip çektim,

''Y-yok... sadece... biraz çarpıntım var gibi.''

''Revire gidelim mi?'' dedi ilgili bir sesle Onur. Kağıtta ne yazdığına bakmak zorundaydım. Cebimdeki elimle kağıdı sıkıca kavradım, gizlice çıkarıp elimi masanın altında tutarak kağıda baktım,

''Sapsarı saçlar...
Güneşe benzeyen o kız...
Nerede o güneş şimdi? Kim aldı da sakladı güneşi?
Güneş ateştir, sen de bilirsin,
ateşe ateşten başkası dokunamaz.
Nerede senin ateşin,
Kaldır başını bak.
Güneşin yerini sor ona,
Çünkü, prenses,
İnsan ancak ve ancak, sakladığının yerini bilir...''

Ölen kızdan bahsediyordu. Titreyen elim kağıdı buruşturup montumun cebine atarken başımı kaldırıp Onur'a baktım. Ölen, sakladığımız, ve her nasıl olsa kaybolan o kız... Biliyor muydu? Yerini biliyor muydu? Beynimin içinde deprem oluyordu. Kalbim deli gibi hızlı atıyordu. Gözlerimin kenarları bulanıklaşmış, yüzüm resmen alev almıştı. Onur bir şeyler söylerken onu duymuyordum. Hava almam lazımdı. Telaşla ayağa kalktım.

''ZEYNEP!'' Onur peşimden bağırırken olduğum yerde durdum, yer sarsılıyordu, kulağımın dibinde davul çalıyorlardı sanki! Elimi uzattım, sendelediğim anda bir masanın örtüsünü yakalayabildim.

''ZEYNEP!'' Onur'un, ardından Burak ve Mert'in seslerini duydum, ama çok geçti. Onur'un ellerini başımın altında hissettiğimde yerdeydim. Gözlerim kapanıyordu. Sonrası uzun bir sessizlik. Başımın altında yastık hissettiğimde belki saatler geçmişti, bilmiyordum. Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk yüz Onur'un yüzü oldu. Sonra Burak, sonra Mert... Kolumda takılı bir serum. Bana ilgiyle bakan üç yüze çevirdim gözlerimi.

''Ne oldu bana?'' diye sorduğumda Burak anında atladı,

''Tebrikler sultanım gebesiniz.'' Mert'le aralarında gülüştükleri sırada Onur dikkatlice yüzüme baktı.

''Doktor kalp çarpıntın olduğunu söyledi. Sakinleştirici serum taktılar. Revirden çıkınca haftaiçi bir gün hastaneden randevu alacaksın... test yapacaklar.'' Başımı salladım,

''Sizi korkuttuğum için özür dilerim...''

''Önemli değil, sen iyi ol da.'' dedi Mert gülümseyerek.

''Burak, Mert, siz çıkın son derse yetişin. Ben Zeynep'le kalacağım.''

''Abi son derse yetişmek isteyen kim?'' Onlar için şuan her şey normal gidiyordu. Şöyle bir baktım üçüne, kendi aralarında son derse girip girmemekle ilgili konuşuyorlardı, sakinlerdi, bir sorunları yok gibiydi. Ama benim beynimin içi çalkalanıyordu. Buradan uzaklaşmak istiyordum. Uzaklaşıp ne yapacağımı düşünmek istiyordum. İnsan ancak uzaklaştığında görebiliyordu yakınında göremediğini... Burak ve Mert revirden çıkarlarken başımı kaldırıp seruma baktım. Bitmesine az kalmıştı. Sonra Onur'un bakışlarını yakaladım, dikkatlice bana bakıyordu.

''Keşke bu olaya hiç karışmasaydın...'' diye mırıldandı birden. Kaşlarımı çattım,

''Senin bir suçun yok.'' dedim iç sesim bas bas onu sen mi öldürdün Onur diye bağırırken.

''Biliyorum. Bir suçum yok. Ama bu işin içinde olmamalıydın. Sana seni yanımdan ayırmayacağım dememeliydim. O kızı gördüğün an gitmene izin vermeliydim. Ben... seni korumak istedim. Sadece seni korumak istedim. Seni bu hale getiren, kalbinin hızını değiştiren, sana bu stresi veren tek şey bu olay. O günden beri iyi değilsin, yaşadığın şu korkunun sana bu kadar ağır gelebileceğini tahmin edemedim. Seni uzak tutmalıydım. Ama gitmene izin veremedim...''

İlk defa böyle görüyordum onu. İlk defa bu kadar sert olmadığını görüyordum. İlk defa bu kadar iyi konuşuyordu, bu kadar üzgün, bu kadar hassas. Ne kadar üzgün olduğu her halinden belliydi. Elimi uzatıp elinin üzerine koydum. Elinin hafifçe titrediğini hissettim o an.

''Sen beni yanınızda zorla tutmadın Onur. Ben kalmak istedim.'' Sonra başını kaldırdı, bana dikkatle baktı,

''Hala istiyor musun?''

Belki iki gün önce olsa bu soruya EVET diye atlayarak cevap verirdim. Oysa şimdi sustum. Öylece Onur'un yüzüne baktım. Kaşlarını çattı anlam veremiyor gibi. Hiçbir şey diyemedim. Bir cevap bekliyordu, evet dememi bekliyordu ama ben hiçbir şey diyemedim. Elimin altındaki elini çekti. Ayağa kalktı.

''Git Zeynep.'' dedi, kaşlarımı çattım.

''Ne?''

''Okulunu değiştir. Buradan uzaklaş, buradaki herkesten, bizden uzaklaş. Güvende ol. Sana bunu daha fazla yapamam. Eğer bu okul sınırları içinde kalacaksan seni yanımdan asla ayırmam, seni korumak zorundayım. Ama sen güçsüzsün, tüm bunlar seni mahveder. O yüzden git buradan. Babamla konuşurum... çevredeki en iyi okullardan birinde burs ayarlatır sana.'' Şaşkınlıkla izliyordum onu. Gitmemi mi istiyordu?

''O-Onur...''

''Kalmak, burada benimle, bizimle olmak, her gün korkarak okula gelmek... her konuştuğunun katil olma ihtimaline katlanmak mı istiyorsun? Yoksa buradan gidip her şeyi unutarak hayatına devam etmek mi?''

''Onur...''

''Kalmak mı istiyorsun gitmek mi Zeynep?'' Çaresizce doğruldum.

''Zaman istiyorum. Biraz düşünmek istiyorum. Tamam mı? Gerçekten zor günler geçiriyorum. Tüm bunların içinde ne yapacağımı düşünmek istiyorum. Şimdi bu serumu kolumdan çıkarttır, sen burada kal... Ben gideyim, en azından iki gün evden çıkmadan biraz düşüneyim. Olur mu?'' Başını salladı. Sonrası hızlı geçti, hemşirenin odaya gelişi, serumu çıkarışı, Onur'un beni okul kapısına kadar götürüşü...

''Her ne karar verirsen ver, güvende ol. Mutlu ol.'' Başımı salladım. Ellerim ceplerimde çıktım okulda. Otobüse binmedim, metroya binmedim. Yağmur atıştırıyordu. Yürümek, düşünmek istedim.

Gitmek, ve kalmak. İki seçeneğim. Gidersem kafam rahat, kalırsam kalbim rahat olacak. Düşünüyorum, düşünüyorum ama aklım almıyor! Az önce bana güvende ol, git, mutlu ol diyen Onur'un notlarda yazdığı gibi bir katil olabileceğini aklım almıyor! Hastalık... eğer bu bir hastalıksa benim aklım bu hastalığı da almıyor. Başka bir şeyler olmalı. Başka bir şeyler olmak zorunda. Bilmediğim, görmediğim, düşünemediğim bir şeyler olmak zorunda. Biraz daha düşünürsem, biraz daha tek başıma bu işin içinden çıkmaya karar verirsem kafayı yiyeceğim. Belki de Burak ve Mert'e bu notları anlatmalıyım. Biliyorum, asla bu ihtimale inanmayacaklardır, ama yine de onlara anlatıp buna inanmıyor olduklarını bile görüp biraz olsun rahatlamak istiyorum. Onur'un bunu yapabileceğine inanmak bile suçlu hissettiriyor bana kendimi. Nasıl inanırım, bu ihtimali ona nasıl yüklerim? Bilmiyorum. Hava karanlık, yağmur artıyor. Bir otobüs gelir mi diye bakmak için arkama döndüm. Arkamdan gelen siyah şapkalı, kalın siyah atkılı adamın ben durup dönünce birden durduğunu gördüm. Yüzü görünmüyordu, sadece kahverengi gözleri. Korkuyla yutkunup önüme döndüm. Adımlarımı hızlandırıp on dakika boyunca hızla yürüdüm. En sonunda cesaretle arkama döndüğümde arkamdan geldiğini görünce korkuyla bir ara sokağa girdim. Bu kadar yolu aynı istikamette yürümüş olmamız tesadüf olabilir miydi? Ara sokak boyunca ilerlediğim sırada hala peşimden geliyordu. Yürüdüğümüz yol bile aynı olabilirdi ama ara sokak seçimimizin aynı olması tesadüf olamazdı. Gök gürlerken ne yapacağımı düşündüm, hava öyle kötüydü ki sokaklarda kimse yoktu! Cebimden telefonumu çıkardım. Onur'a mı haber vermeliydim!? Babama mı? Babam çok telaş yapardı. Ayrıca bu telefonu elimde uzun süre tutarsam arkamdaki adam birine haber verdiğimi anlayacaktı. Birini ararsam anında eli ensemde olabilirdi! Whatsapp grubuna girdim. Ellerim titreyerek mesaj yazmaya çalıştım hızla,

*Zeynep : Biri beni takip ediyor. Maçka Parkı yakınında bir yerlerdeyiz, bir ara sokaktayız*


Telefonu anında cebime attım şüphelenmemesi için. Telefonum art arda defalarca titredikten sonra çalmaya başladı. Belli etmeden telefonumu çıkardığımda Onur'un aradığını gördüm. Adam konuşmalarımı duyabilecek yakınlıktaydı. Ama telefonu açmak zorundaydım. Telefonu açıp kulağıma dayadım,

''Siktiğimin ara sokağından çık! Caddeye çık, niye ara sokağa girdin Allah kahretsin Zeynep hızlan sakın parka girme, başka sokağa dalma. Ara sokaktan hemen çık! Yoldayız, yakınız. Sakin kalmaya çalış.''

''T-tamam anne... Başka ne lazım?'' Onur'a cevap verseydim adam anında burada bulacaktı kendisini.

''O kadar yakın mı sana? Allah kahretsin seni ben bırakmalıydım!''

''İyiyim, sabah öksürüyordum biraz ama şimdi geçti. Alerjiden oldu sanırım...''

''Az kaldı. Yakındayız ama cadde göremiyorum. Sokaktan çık, en azından olduğun yerde kal. Sakın parka girme! Hava kararmış, parkta kimse yoktur. Tamam mı?''

Adamın hızlandığını gördüm, telaşla telefonu sıkıca kavradım.

''Tamam. İlaç alırım gelirken. Görüşürüz.''

''Kapatma!'' derken telefonu kapatıp cebime attım. Bu sokaktan çıkmalıydım, bu kadar dar, kimsesiz bir sokakta kalamazdım. Onur'u dinlemeyip parka daldım. Ağaçların arasında. Hızlı adımlarla ilerlerken bir ormandan farksızdı içinde bulunduğum park tam şuanda! Korkudan ölmek üzereydim. Gözlerimin birinden bir damla yaş süzüldüğünde ne yapacağımı bilmiyordum. Parkın içinde ilerlediğim sırada arkamdan bir ses geldi. Tanımadığım, bilmediğim, öfkeli bir ses...

''Oradaydım.'' dedi arkamdakinin sesi. Olduğum yerde kaldım.

''Oradaydım... bunu bil... Ben zamanında çok sevdim... bunu bil... Aşk intikam gerektirir, bunu da bil... Bir söz vardır, büyük suçların bedelini masumlar öder. Bunu hiç aklından çıkarma. Bu suçun bedelini suçlusu da masumu da ödeyecek. Yazı yaşayan yaşadı, kışı yaşama vakti geldi. Yazdığım, söylediğim hiçbir kelimeyi unutma prenses, bil ki birileri için intikam vakti geldi.''

Dondum. Donakaldım. Titriyordum. Birkaç saniye öylece sessizce durdum. Sonra kaskatı bir demir parçası gibi arkamı döndüm. Arkamdaki boşluğa baktım. Gitmişti. Yoktu... Bunları söylemiş ve gitmişti. Olduğum yerde çöktüm, yere ağacın altına oturdum. Korkudan tir tir titriyordum. Telefonum ısrarla çalarken ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. ''Birileri için intikam vakti geldi...'' Bu sözler, bu ses... Çok kötü şeyler yaşanacaktı. Öfkeli bir adam vardı karşımızda! Kime neye öfkeli, ne anlatmaya çalışıyordu bilmiyordum. Tek bildiğim şuydu, bizi kapkaranlık günler bekliyordu...

Elimi montumun cebine attım. Onur arıyordu. Telefonu açtım.

''B-ben... parktayım... o gitti...'' Onur cevap vermeden telefonu yüzüme kapattı. Yaklaşık beş dakika boyunca yağmurun altında sırılsıklam titreye titreye durdum öylece.

''Zeynep!'' Onur'un sesini duyduğumda başımı kaldırdım. Reflekslerim onu itmeye hazırlansa da önümde eğildiğinde kendimi tutamayıp korkuyla sarıldım ona. Hüngür hüngür ağlıyordum. Kolları beni sımsıkı sardığında o mu beni olanlar için teselli ediyordu ben mi onu olacaklar için teselli ediyordum belli değildi.

''Buradayım...'' diye fısıldadı, ''güvendesin...'' Başımı salladım ağlarken.

''Burak ve Mert adamı aramaya gittiler. Nasıl biriydi, görebildin mi? Bir şey yaptı mı?''

''Hayır... yapmadı... göremedim...''

''Tamam, tamam... sakin ol...'' dedi, sonra devam etti.

''Sana kimse zarar veremez. Korkma. Ben yanındayım.'' Başımı kaldırdım, ela gözlerinin içine baktım,

''O yüzden korkuyorum zaten...'' Acı çeker gibi baktı yüzüme. Neredeyse böyle bir şey söylememiş olmam için yalvaracaktı bana. Burnumu çektim.

''Özür dilerim... Şoktan ne dediğimi bilmiyorum.''

''Biliyorum. Ama iyi olacaksın, bu gece yanında olacağız. Seni kışlık evimize götüreceğim, yanında olacağız. Güvende olacaksın... Hadi kalk...''

Yavaş yavaş beni ayağa kaldırdığında eli belimde, diğer eli kolumdaydı. Beni durdurdu, gözlerini gözlerime çevirdi. Nefes almadan konuşmaya başladı,

''Zeynep,'' dedi, ''bunları yaşadığın için özür dilerim.''

Sadece suçlular özür dilerdi, sadece saklayanlar bilirdi sakladıklarının nerede olduğunu, sadece ateş dokunabilirdi ateşe, su güneşe dokunsa sönerdi güneş... Biliyordum, bilmediğim bir şeyler vardı. Tahmin edemediğim, etmediğim, edemeyeceğim. Ve biliyordum, ateş güneşe dokunduğunda bu sefer harlanmayacaktı güneşin ateşi, bu sefer güneşi söndüren su değil ateş olacaktı. Bizim güneşimiz sönmek üzereydi. Bizi karanlık, kapkaranlık günler bekliyordu...

---

Olayın ne olduğu hakkında tahminlerinizi bekliyorum. Onur gerçekten hasta mı, Zeynep'i takip eden adam kim, söyledikleri ne anlama geliyor, Zeynep ne yapmalı? Hepsini yavaş yavaş öğreneceğiz, ama emin olun, tahmin edemeyeceğiniz bir sır var hepsinin altında! Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum, ennn kısa zamanda vakit bulur bulmaz bölüm yayınlamaya çalışacağım^^

NOT : Sınırsız 2 hafta içinde raflarda yer alacak! Yazdığım satırlara ne kadar değer verdiğimi biliyorsunuz, umarım verdiğimiz değerin karşılığını hep birlikte sizin de benim de yardımımla bulur satırlarımı Çok Satanlar'a taşırız! Herkese şimdiden teşekkürler, görüşmek üzeree :') 

-Beyza Alkoç

İLETİŞİM :

Instagram : beyzalkoc

Snapchat : beyzaalkoc 

Twitter : beyzaalkoc 
Facebook Grubumuz : Karantina - Wattpad - Beyza Alkoç



Karantina SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin