3.Bölüm : Bu Büyük Bir Olay.

1.3M 48.2K 5.9K
                                    

Yorumlar için çoook teşekkür ederim hepinize! Uzun sürecek bir yolun başındayız, Karantina'yla daha çok yolumuz var, kısa kesmeyi düşünmüyorum, çoğunuzun dediği gibi, ''bu işte birlikteyiz'' ^^ Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayııığn! ^^ -Beyza.


KARANTİNA
3.Bölüm : Bu Büyük Bir Olay.

*Ne yaşamak mümkün, ne ölmek...*

Hayatımızda bazı günler vardır. O günler geçip gidecektir ama etkileri hayatımızdan hiç silinmeyecektir. Her gün, istisnasız her gün belli bir zaman diliminde geçer. Hiçbir gün sonsuza kadar sürmez. Öldüğümüz gün bile, dünyanın son günü bile, hiçbir gün sonsuza kadar sürmeyecektir. Benim hayatımın geri kalanını aklıma kazıya kazıya her anıyla etkileyecek gün bugün. Hayatımı tamamıyla değiştirecek, her şeyiyle değiştirip alt üst edecek gün bugün. Hayatıma yeni insanlar girdi, yeni olaylarla tanıştım –bir ceset görmek gibi- ve şimdi, kendimi polisiye bir romanın içinde buldum. Buradayım. Tozlarla dolu bir odanın içinde, daha iki saat önce tanımadığım üç çocukla birlikte bir cesedin yanına oturmuş ne yapacağımızı konuşuyoruz. Daha doğrusu onlar konuşuyorlar, ben dinliyorum. Çünkü hiçbir fikrim yok.

''Abi biz buraya gelirken yarısından fazlası konferans salonundaydı zaten. Geri kalan yarısının büyük kısmı kantinde. Tek tük gruplar da sınıflarına dağılmış, merdivenlerde oturanlar da var.'' Burak okuldaki öğrencilerin nerelerde olduklarını özetlerken gözüm Onur'a kaydı. İçinde bir yerlerde ciddi ciddi bu olayı düşündüğü belli oluyordu. Üçü de olaya çok fazla konsantre olmuşlardı. Tam macera seven erkek tipiydiler. Ben yanlarında fazla Disney-Girl kalıyordum.

''Dörde ayrılalım, birimiz konferans salonundakileri izlesin, birimiz kantindekileri, birimiz sınıfları gezsin, birimiz de merdivenlerdekileri kontrol etsin.'' Mert'in önerisiyle Onur'un başı birden kalkıp bana çevrildi. Kaşları çatık ve düşünceli bir şekilde bana bakıyordu.

''Olmaz,'' dedi Onur başıyla beni göstererek, ''onu tek bırakamayız.'' Şaşkınlıkla baktım yüzüne. İtiraz edecektim tabii ki.

''Neden? Herkes tek kalabiliyor da ben neden tek kalamıyorum?''

''Çünkü ben öyle istiyorum.'' Harika ya. Onur'un açıklamaları müthişti. Fazlasıyla mantıklı ve geçerli sebepleri gözlerimi yaşartıyordu. Sinirle omuz silktim.

''Mert. Sen de bir şey söylesene.'' Taşı Mert'e atmıştım çünkü beni destekleyecek tek insan oydu, biliyordum.

''Ben karışamam.'' Mert'in cevabı beni çok daha büyük bir şoka soktuğunda Onur'un hafifçe güldüğünü gördüm. Hoşuna gidiyordu, değil mi? Beni emri altında tutmak onun çok hoşuna gidiyordu. Ama ben onun kuklası değildim. Her istediğini yaptıramazdı bana.

''Burak?'' diyerek Burak'a döndüm bu sefer de öfkeyle. Burak ellerini havaya kaldırdı tavrını belli eder gibi.

''Kusura bakma Zeynep. Seni gruba Onur aldı. O ne derse o.'' Öfkeyle burnumdan soluyarak tekrar Onur'a baktım. Fazlasıyla eğleniyordu. Buradan üstüne atlayıp suratını dağıtmak istiyordum. Ama eğer Onur Zorlu denen bu dünya harikası sinir bozucu varlığın suratını dağıtsaydım Tanrı karşıma geçer ''Ben onu yaparken ne kadar uğraştım sen biliyor musun!?'' diyerek lanetlerdi beni. Emindim.

''Söyleyeceğim şeyden hoşlanmayacaksın biliyorum. Ama...'' diyerek mırıldandıktan sonra ağır ağır ekledi, ''Bu iş bitene kadar senin sahibin benim. Ne dersem o.'' Kaşlarım çatıldı. Bu çocuk kendini ne sanıyordu? 

''Üçe ayrılacağız. Burak sen konferans salonuna git. Mert sen merdivenlerde oturanları incele.'' derken anında sözünü kestim,

''Ben Mert'le giderim tamam.'' Onur yüzüme benden nefret ediyormuş gibi baktı.

''Sen benimlesin.'' Harika. Beni kendine saklayacağını tahmin etmeliydim. Benimle uğraşabilmek için, ondan daha fazla nefret etmemi sağlayabilmek için beni onunla vakit geçirmeye zorlayacaktı. Kabul etmekten başka çarem yoktu. Gözlerimi devirdim ve sıkıntılı bir nefes vererek omuzlarımı düşürdüm.

''Burak, kolay iletişim kurabilmemiz için dördümüze özel bir WhatsApp grubu açarsan iyi olur.'' Onur bu sefer de Burak'a emir verince bir tepki versin diye Burak'a döndüm ama hiçbir şey yapmadı. Telefonunu çıkardı ve başını bana çevirdi.

''Numaran neydi?''

''Ver ben yazayım.'' diyerek telefonu elinden aldım ve rehbere girip numaramı adımı yazarak kaydettim. Kendimi onun telefonundan çaldırdım ve telefon ekranımda çıkan numarayı da *Burak* diye kaydettim anında. Telefonunu Burak'a geri verdiğimde birkaç saniye grubu açmasını ve bizi gruba almasını bekledik. İşlem tamamlanınca üçümüzün telefonlarından da bildirim sesi geldi. Telefonumun ekranına baktığımda kaşlarım havaya kalktı.

*Burak kişisi sizi CİNAYET isimli gruba ekledi.*

''Abi sen neyin kafasını yaşıyorsun?'' Onur'un sorusuyla birlikte ilk defa onun söylediği bir şeye başımı salladım. Gülmemek için çok zor tutuyordum kendimi. Üçümüz de şaşkın gözlerle Burak'a bakıyorduk. Burak tam o sırada beklemediğimiz bir anda telefonunu bize doğru çevirdi, kendisi de bize yaklaştı ve birden flaş patladı! Fotoğrafımızı çekti!

''Neden yaptın bunu!?'' diye sorguladığım sırada gülerek telefon ekranını bize çevirdi, çarpılmış gibi çıkmıştık!

''Grup fotoğrafı için. Bu saatte ve bu karanlıkta elimden bu kadar geliyor. Yarın düzgün bir tane çekeriz.'' Derin bir nefes aldım. Ben nasıl insanların arasına düşmüştüm böyle? Tamam cinayete tanık oldum bari benimle birlikte tanık olanlar üç tane sevimli uyumlu kız olsaydı. Benim cinayete birlikte tanık olduğum odunlara bakın! Hayır yani ''CİNAYET'' diye whatsapp grubu açacak kadar ne yaşamış olabilirdik!?

''Burak, gel kardeşim sen iyi değilsin. Gel ben seni konferans salonuna bırakayım.'' Mert ayağa kalkıp Burak'ı da kaldırınca otomatik olarak Onur da kalktı ve beklemediğim bir şekilde elini bana uzattı. Kaşlarım çatık bir şekilde bir ona bir eline baktım.

''Tut diye uzatıyorum, el uzatmaktan zevk aldığım için değil.'' Kırk yılın başında bir kibarlık yapacaktı onu da mahvediyordu. Omuz silkerek elini tutmadan ayağa kalkmaya yeltendiğim anda kalktığım gibi kalçamın üstüne düştüm. Onur onaylamazca sırıttı yüzüme bakarak. Elini çekti ve doğruldu.

''Elimi tutma şansını kaybettin. Ayağa kalkmak istiyorsan bacağımı tutabilirsin.'' Öfkeyle söylenerek ona tutunmak yerine yanımızda duran tozlu masaya tutundum ve ayağa kalktım. Onur bana çocukmuşum gibi bakıyordu. Gözleriyle ellerimi işaret etti.

''Bok ettin.'' Ellerim gerçekten o kadar berbat bir haldeydi ki tahmin edemezdiniz. Ellerime doğru üfledim tozları yok edebilmek için. Ama imkanı yoktu. Bu şekilde ellerimin temizlenmesi imkansızdı.

''Tuvalete gitmemiz lazım.'' Tek kaşı havaya kalktı.

''Beraber mi? Benimle baş başa kalmak istiyorsan daha güzel bir yer ayarlayabilirim.'' Göz kırpınca cevap bile vermeden arkamı döndüm. Kapıya doğru ilerliyordum ki kolumdan yakaladı beni.

''Bak en nefret ettiğim şeyi yapıyorsun.'' Vay, Onur Zorlu da sinirlenebiliyordu demek.

''Ne yapıyorum?''

''Bana cevap vermeden çekip gidiyorsun. Sana bir şey söylüyorsam, bana cevap vereceksin. Bir daha söylediğim en ufak bir kelimeyi bile cevapsız bırakırsan bunu ödersin. Bunu sana ödetirim.'' Kolumu zorla çekip kurtardım ondan. Aklıma bana bir şeyleri ödetebilmek için yapabileceği hiçbir şey gelmiyordu ama işimi şansa bırakamazdım.

''Tamam. Bir daha her söylediğine cevap veririm Hazreti Onur!''

''Aferin. Şimdi yürü, gidip ellerini yıkayalım.''

Benden önce merdivenlere çıkıp telefonunun ışığını yakınca peşine takıldım. Birlikte hızlı hızlı indik katları. Kaçıncı katta durduğumuzu bilmiyordum, ama sanırım ikinci kata geldiğimizde kapıyı açtı ve beni beklemeden dışarı çıktı. Kapı tam üstüme kapanıyordu ki ben yetişemeden o tuttu kapıyı arkadan.

''Ben her zaman yanında olamam. Ben olmadığımda ne yapacaksın, kapının arasına sıkışıp kalacak mısın?'' Gözlerimi devirdim sinirle. Keşke Mert'le gitseydim, çok daha çekilir olurdu.

''Sen olmasaydın kapı üstüme o şekilde gelmezdi.'' Beni beklemek yerine önden ilerlerken ben de peşinde koşturuyordum.

''Hayatını kurtardım. Teşekkür edeceğine söyleniyorsun.'' Gözlerimi devirdim. Şimdi cevap veresim yoktu, ne diyebilirdim ki? Cevapsız bıraksam ayrı bir olaydı, cevap versem ayrı bir olay. Neyse ki ben bir şey diyemeden o birden durdu ve kaşları çatık bir şekilde yere baktı. Başımı eğip baktığı yere baktığımda kaşlarımı çattım. Harika... Kızı kaldırıp götürdüğümüz yerdi burası ve yer kan izleriyle doluydu!

''Sikeyim böyle işi.'' diye söylendi Onur. Etrafa bakınırken bana başıyla tuvaleti işaret etti,

''Git içeriden burayı silebilmemiz için bir şey getir.'' Dik dik baktım yüzüne.

''Niye ben getiriyorum?''

''Çünkü ben öyle istiyorum. Problem mi?'' Yüzüme öyle tehditkar bakıyordu ki normalde onu burada sap gibi bırakıp gidecek ben itiraz edemiyordum. Burnumdan aldığım nefesi yine burnumdan vererek tuvalete yöneldim. Tuvalete sinirle girip kapıyı sertçe kapattım ve önce ellerimi yıkadım. Ellerimi yıkadıktan sonra tuvaletin duvarına doğru bırakılmış kırmızı paspası aldım ve yerde sürüyerek çıktım tuvaletten. Onur kan izinin başında, biraz önce durduğu yerde beni bekliyordu. Beni görünce başını kaldırdı. Tam yanına kadar ilerledim ve paspası ona uzattım.

Paspası almak yerine bana ''Sil.'' diye emretti. Eh yeter ama.

''Silmem. Ben görevimi yaptım. Size merdivenlerde ışık tuttum.''

''Bize ışık tuttun, tarihin tozlu sayfalarına değil. Abartma istersen. Şimdi sil şurayı külkedisi.''

Sinirle baktım yüzüne. Kim olduğunu sanıyordu bu çocuk? Bana nasıl emir verebilirdi, nasıl her işini yaptırmaya çalışabilirdi? Ciddi anlamda söylüyorum hayatımda ilk defa birinin suratına güzel bir tekme geçirmek istiyordum ama bacağım oraya kadar ulaşamazdı.

''Senin hizmetçin değilim.''

''Değilsin. Görev paylaşıyoruz burada.'' Başımı kaldırıp anlam vermeye çalışarak taş gibi sert yüzüne baktım,

''Öyle mi? Senin görevin ne?'' Başıyla beni işaret etti,

''Seni katilden korumak. Sen burayı silerken ben de seni koruyor olacağım.'' Gerçekten harika bir görevi vardı. Çok kutsal, müthiş, göz yaşartıcı bir görev. Sinirle paspası sıkıca tuttum ve yerdeki kan izlerini silmeye başladım. Onur keyifle beni izlerken hızla yeri siliyordum. Resmen onun kölesi olmuştum. Bu iş bitince, her şey açıklığa kavuşunca ondan intikam alacaktım. Size yemin ediyorum, ondan intikam alacaktım.

''Şurayı silemedin.'' Ayağıyla kan kalmış bir köşeyi gösterince içimden bildiğim küfürleri sıralayarak orayı da sildim ve hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp paspasla birlikte tuvalete doğru ilerledim. Paspası tuvalete bıraktım ve çıktım. Çıktığımda elindeki telefonuyla ilgileniyordu. Geldiğimi anladı, ama yüzüme bakmak yerine ilerlemeye başladı. Ben de yanında ona yetişmeye çalışıyordum.

''Kantin nerede?'' diye sordum. Birkaç saniye gözlerini telefonundan ayırmadığı için cevap vermedi, sonra başını kaldırdı.

''Ne?''

''Kantin nerede?'' Başıyla koridorun sonunu işaret etti.

''Koridorun sonunda kantine inen merdivenler var, direkt geçiş yapacağız.''

Birlikte koridorun sonuna doğru ilerledik. Koridorun sonuna yaklaştıkça gürültülü insan sesi çoğalıyordu. Kantin epey kalabalık olmalıydı. Birlikte merdivenlere yöneldiğimizde daha merdivenlerin tepesinden içerideki insanları görebiliyordum. Okulun yarısı buradaydı diyebilirdik. İçeriyi aydınlatmak için mumlar yakılmıştı. Merdivenlerin sonuna doğru yaklaştığımızda Onur kantinin ortasında ayakta duran takım elbiseli bir adama seslendi,

''Kenan abi,'' Adam bize doğru dönünce başımı kaldırdım. Bu adam müdür yardımcısı olmalıydı, onu kayıt esnasında da görmüştüm,

''Jeneratörlere ne oldu? Neden çalışmıyor?''

''Gel Onur'um...'' Adam Onur'un kolundan tutup onu köşeye doğru çekince tek başıma kantinin ortasında kaldım, Onur başını çevirip bana baktı dikkatlice,

''Otur bir yere geliyorum. Şu masaya otur.'' Eliyle geniş kantindeki boş masalardan birini gösterdi. Sıkıntıyla istemeye istemeye masaya oturdum ve telefonumu çıkardım.

*CİNAYET isimli gruptan yeni bildirimleriniz var*

Kendi kendime gülerek gruba tıkladım. Ben yerleri silerken konuşmuşlardı, demek Onur'un biraz önce telefonla ilgilenmesinin sebebi de buydu. Konuşmaları baştan aşağı okudum, zaten kısa bir konuşmaydı.

*Burak : Abi bu konferans salonunda bir olaylar dönüyor. Kızlardan biri ağlıyor olayı anlayacağım diye araya girdim kız bana sarıldı şuan bana sarılı bir şekilde ağlıyor ne yapacağımı bilmiyorum nasıl bir olayın içine düştüm ya

*Mert : Oğlum sen salaksın
*Mert : Senin ne işin var ağlayan kızın yanında
*Mert : Tabii sarılır amk teselli etmeye gitmişsin
*Mert : Küfür ettirme beni grupta kız var

*Burak : Ya cinayetle ilgili bir şey öğrenirim diye girdim
*Burak : Ama kız konuşmuyor sadece ağlıyor
*Burak : Zeynep bir baksana buraya, ne yapsam susar bu kız sen bilirsin

*Onur : Zeynep bakamaz işi var

*Burak : Ooo ne işi var ;)

*Onur : Göz kırpma işaretini sikeyim yerleri siliyor ne işi olacak

*Burak : Abi kıza yerleri mi sildiriyorsun

*Mert : Ne olmuş yerlere

*Onur : Kan var
*Onur : Silecek tabii ki
*Onur : Ben mi silseydim

*Burak : Evet?

*Onur : Sen karışma aq
*Onur : Git kızla ilgilen, biraz sarıl aşk dolu sözcükler fısılda kulağına susar o

*Mert : Evet seni istiyorum de sdfghjk

*Burak : Kız çok kötü lan dalga geçmeyin
*Burak : Susun bir Zeynep baksın
*Burak : Zeynep
*Burak : Onur Zeynep'e söylesene telefonuna baksın
*Burak : Zeynep

Terbiyesiz grup arkadaşlarımın saçma konuşmaları buraya kadardı. Konuşmaları okuduktan sonra çok garip bir şey hissettim. Sanki... ne bileyim ya. Sanki o üçü çocukluk arkadaşıymış da ben de onlarla beraber büyümüşüm gibi. Kendimi onlara uzak hissetmedim. Yakın hissettim. Olması gerekenden çok daha yakın hissettim. Onur'dan bile nefret etmiyordum aslında. Sadece sinirlerimi bozuyordu. Telefonumu sıkıca tuttum ve cevap yazma yerine girdim,

*Zeynep : Kızı teselli et, gaza getir
*Zeynep : Hiçbir şey için üzülmeye değmez de
*Zeynep : Buradan çıkınca seni bir ara yemeğe çıkarayım bana dertlerini anlat de
*Zeynep : Kızlar dertlerini dinlemek isteyen erkeklere bayılır
*Zeynep : Kızlar kendilerini yemeğe çıkaran erkeklere bayılır
*Zeynep : Kızlar erkeklere bayılır

*Mert : Ahahahaha
*Mert : Sen de kızsın farkındasın değil mi?

*Zeynep : Ben istisnayım. Ben erkek düşmanıyım, yanlış kişiyi gruba aldınız

*Mert : Onur, kızı erkek düşmanı haline getirdin

*Zeynep : Onun da katkısı oldu tabii
*Zeynep : Sağ olsun

*Burak : Lan işe yaradı aq
*Burak : Şaka gibi, kız sustu
*Burak : Gidip makyajımı tazeleyeceğim deyip kalktı yanımdan
*Burak : Ama yemeğe çıkacağız tarih verdi

*Mert : Ooo hayırlı olsun kardeşim

*Zeynep : Ben şimdi sana kız mı ayarladım????

*Burak : Evet baya baya kız ayarladın bana.

*Burak : Eğer kız iyi çıkarsa hatırlat da sana hediye alayım

*Zeynep : Beni bu okuldan çıkar o bana yeter

*Burak : Çıkacağız. Sabret.

Telefonu masaya bıraktığım an masanın karşısındaki sandalye çekildi, başımı kaldırıp baktığımda Onur'un karşımdaki sandalyeye yerleştiğini gördüm. Elindeki telefonuna göz attıktan sonra bana döndü,

''Burak'a kız ayarlamışsın?'' Başımı salladım.

''Yanlışlıkla oldu.''

''İlişkilerde tecrübelisin bakıyorum da. Gerçi daha o Batuhan denen elemanı kendine ayarlayamıyorsun, onu unutmuşum...'' Kollarını masaya koyup eğlenir gibi yüzüme bakınca  bön bön suratına baktım.

''Onu kendime ayarlamaya çalışmıyorum. Üstelik tecrübeli filan da değilim bu konuda.''

''Eski sevgiline sormak lazım.''

''Eski sevgilim yok.'' Bir an donakaldı. Gülüşü yüzünde soldu ve şoka girmiş gibi baktı yüzüme.

''Efendim?'' Bana doğru eğildi söylediğimi duyamamış gibi,

''Yok işte. Söyledim ya, eski sevgilim yok.'' Yüzünü buruşturdu,

''Öldü mü?'' Gözlerimi devirdim. Bunu gerçekten ciddi anlamda öyle düşündüğü için mi soruyordu yoksa dalga mı geçiyordu benimle?

''Hayır. Hiç olmadı.''

''Nasıl yani?'' dedi gülerek, ''senin şimdiye kadar hiç sevgilin olmadı mı?''

''Olmadı. Eğlendiysen konuyu kapatabilir miyiz?''

''Hiç mi?''

''Susar mısın!?''

''Ta-mam!'' dedi elleri havada. Ama fazlasıyla eğlendiği çok belliydi. Sinirle başımı çevirip kantini inceledim. Çok fazla insan vardı ve karanlıkta bir şey anlamamız mümkün değildi. Onur da zaten insanları incelemek yerine keyifle bana bakıyordu.

''O adam sana ne dedi?'' diye sordum başımla biraz önce konuştuğu adamı işaret edip,

''Elektrik kesintisi sadece bizim okulda yaşanmış. Jeneratör bile çalışmıyormuş. Hasta kızın durumu da çok ciddiymiş, ve iki kişi daha aynı şikayetle revire gitmiş. Yani olay büyüyor. Buradan yarın çıkma ihtimalimiz kalmadı. Ne kadar daha kalacağımız belli değil.''

Yutkundum. Kahretsin, bir günde halledilir sanmıştım. Halledilecek gibi değildi. Kötü olaylar dönüyordu, bu okulun içinde çok kötü olaylar dönüyordu. Büyük, çok büyük bir felaketti bu... Ve biz bu olayın içinde sıkışıp kalmıştık. Bizimkisi batmak bile değildi. Bataklığın içindeydik, ama ne kurtulabiliyorduk, ne de batıyorduk. Ne yaşamak mümkündü sanki, ne ölmek...







Karantina SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin