5

157K 4.2K 147
                                    

Kararı benim vermiş olmam bir şeyi değiştirmiyordu. Verdiğim karar beni memnun etmiyordu. Gerçekten verdiğim karardan memnun değildim. Doğru olan bir tercih sunulmamıştı önüme, iki yanlışım vardı ve birisini seçmeye mecburdum. Ve ben onu seçmiştim... Belki de iki yanlış tercihin en yanlışını. Doğru göründüğünü söyleyemem, sadece babamın bana karşı tavrı, kovar gibi oluşu beni Brandon'a yönlendirmişti. Belki de beni ikna etmişti. Belki de... Belki de bana vaat ettiği şeylere kanmıştım. Yapmam gereken bu değildi, ikisinden de kaçmam gerekiyordu.

Her şey o kadar ağır işliyordu ki, sanki canımı daha fazla yakmak ister gibi. Arabadan inerken kapımı açması, belime elini koyması, kapıya kadar uzanan üç metrelik yolu bin adım kadar gelen bir sürede tamamlamak... Hele hantal vücudumu o merdivenlerden yukarıya taşımak... O kadar ağırdı ki. Sorumluluklarım omzuma o kadar ağır geliyordu ki her an yere yığılıp yükümün altında ezilmekten korkuyordum.

Telefonumun titreşimiyle elimi ceketimin cebine sokup telefonumu çıkardım. Joseph arıyordu. Telefonu avcumun arasına sıkıştırıp gözlerimi önümdeki boş kitaplığa diktim. Onu tekrar gördüğümde ne tepki verecektim? Telefonu meşgule atıp yatağın üzerine fırlattım. Babamın saldırgan tavrı yetmezmiş gibi Bay Vincent onu kelimenin tam anlamıyla kovmuştu. Bakışları ve sözlerinden olmasa da Joseph'ın Brandon'ın arkasındaki koruma ordusundan korktuğu kesindi. Yüzünü buruşturmakla yetinerek arabasına binmişti.

Arıyordu çünkü sorularına cevap bulması gerekecekti. Ben ne diyecektim? Bu adamın yanında kalıyorum mu? Geleceğime karşılık kendimi bu adama sattım mı? Babam beni bu adamın altına mı sattı diyeceğim? Ne diyeceğim? Kendime, Brandon'a hangi sıfatı yakıştıracağım?

Telefon tekrar vızıldamaya başladığında yatağın üzerine tırmanıp yastıkların arasına fırlattığım telefonu aramaya koyuldum. Elbette ki açmayacaktım, sadece kökten kapatacaktım fakat lanet olası telefonun sadece titreşimi vardı ve titreşiminin nereden geldiğini çözemiyordum.

Hırsla elimdeki yastığı arkama fırlattım. İlginç bir şekilde yastığı atmak bana iyi gelmişti. Biraz daha büyük toz pembe yastığı, mora yakın olanı ve diğerlerini teker teker fırlatırken telefonu aramaktan çok hırsımı giderme işine girişmiş gibiydim. Hırlar gibi bir ses çıkararak elime geçen son yastığı fırlattım. Telefon hala yoktu ve yatak titriyordu. Ağzımın içinde bir hanımefendiye yakışmayacak şekilde bir küfür gevelenip örtüyü kaldırdım. İşte! Oradaydı! Yatak döşeğiyle başlığı arasına sıkışmıştı. Üfleyerek titreşimi dinmiş telefonu elime aldım ve kapattım. Bir şeyleri parçalama isteğiyle dolup taşıyordum. Sinirliydim. Ama bir başkasına değil, kendime sinirliydim, hem de hiç olmadığım kadar. Nasıl bu kadar şuursuz karar verebilmiştim.

Fırlatırcasına komodinin üzerine attığımda gücümü ayarlayamamış olsam gerek telefon komodinin üzerinden sekti ve duvara çarparak üç parça halinde yere düştü.

"Kahretsin," diye homurdanarak yataktan indim ve telefona uzandım. Sarsıntıdan sağlam kurtulamamış, ekranının yarısı çatlamıştı. "Bir bu eksikti zaten!" Parçaları takıp telefonu kontrol amaçlı açtığımda ekranı ve açılış jeneriğini görmek biraz da olsa iyi gelmişti. En azından kendi paramı kazanana kadar beni idare ederdi? Telefonu komodinin boş çekmecesine atıp sırtımı duvara yasladım ve başımı dizime dayadım.

Sınav stresimin yanı sıra üstüne bir de bu yanlış kararımın vermiş olduğu yük bana ağır gelmişti. Gözlerimi kapattım ve nefesimi usulca dışarı verdim. Yorulmuştum.

Bacaklarımın altından ve sırtımdan destek verildiğini ve havalandığımı hissederek gözlerimi açtım, burnum sert göğsüne temas ediyordu. Teninden yayılan, tişörtüne bulaşmış kokusu beynimin radarlarına takıldığında onun kim olduğunu anladım. Brandon. Herhangi birisi değildi. Oydu. Neden oydu?

Sıfır | Vincent Serisi 1Where stories live. Discover now