1.Bölüm "Gece'nin Yakarışı"

15K 693 693
                                    


Ağrı.

Perde arasından odama sızan loş ışık ile göz kapaklarımın arkasındaki karanlık, aydınlandığında zihnim uyanmıştı ve aklıma gelen ilk kelime, ensemden bütün vücudumun hücrelerine, bir zincirleme döngüsü gibi yayılan bu ağrıydı.

Bir yanma, bir kıvranma, bir zehir... Tenimi kavuruyor, acımasız pençelere sahip vahşi bir duygu, ensemi tırmalıyordu. Bunun acısı ile kaşlarımı çattım ve gözlerimi açtım.

Yıllardır bana tanıklık eden ve anılarımı soyut bir kalem ile kazımış olduğum bu beyaz tavan, yine sükunete bürünmüş bir şekilde bana bakıyordu, bende ona. Lakin bazen gardını indiren o oluyor, benimle konuştuğunu sanıp vücudumu ürpertiyordu.

Ensemdeki acıyı yok saymaya çalışarak yerimden doğruldum ve çıplak ayaklarımı soğuk parkeye doğru uzattım. Düşüncelerimi elimin tersi ile itemeyeceğimi anlayınca, cümlelerin zihnimdeki savaşın içinde bir müsabakaya girmelerine izin verdim.

29 Eylül.

Bir yaşı daha acımasızca geride bırakıp zamanın ensesinde yavaş yavaş ölüme yaklaştığım ve büyümeye devam ettiğim bir gün daha. Bugün benim doğum günüm. Tuhaf bir şekilde, 18 yaşına giren gençlerin heyecanı yoktu kalbimde. Olsa da fark etmezdi ki, şüphesiz hayatımın geri kalanındaki kadere dahi mühürlü olan bu boşluk hissi, artık benim bir parçam olmuştu ve ne yaparsam yapayım geçmemişti.

Bende onunla yaşamaya başladım.

Bu, masaya uzatılmış bir tablonun eksik parçaları ile resmi anlamak ve onu öyle kabullenmek gibiydi.

Yataktan kalktım ve sehpanın yanında duran bir toka ile saçımı tepeden toplayarak lavaboya girdim. Adımlarım bir ölü gibi yavaştı.

Musluğun soğuk tarafını açtığımda tenimi donduran su damlaları yavaş yavaş, sonra bir anda hızlı bir şekilde akmaya başladığında önce ellerimi ovuşturdum. Sonra üstümün ıslanmasını umursamadan yüzümün her yerini soğuk su ile yıkadım. Bir avuç su damlası ile ensemi de ovuşturdum. Ağrı her ne kadar soğuk su ile nefes alıp azalmış olsa da varlığını hala sürdürüyordu.

Yanı başımda duran havluyu aldım ve yüzümü ovuşturmaya başladım. Tam o sırada ufak fısıltılar yine kulaklarımı doldurmaya başladı. Havluyu yüzümden çekmeden bir süre bekledim ve fısıltılara kulak verdim.

Anlayamayacağım kadar sessizlerdi ama sanki nefesleri sırtıma çarpıyordu ve bu ürpermeme neden oluyordu. Gözlerim kapalıyken daha canlılardı, ellerimi uzatsam dokunacakmışım gibi bir his yaratıyorlardı. Gözlerim kapalı bir göle daldırsam, elime mürekkep bulaşacak gibi, onlara dokunsam, günahlar parmak uçlarımı kemirecekti.

Derin bir nefes aldım ve havluyu yüzümden çekip aynaya baktım. O anda büyük bir çığlık dudaklarımdan döküldü ve aynaya bakakaldım. Tam arkamda, sağ omzumun gerisinde siyah bir silüet... Günaha bulanmış kelimeler sanki ona dokunuyor, teninde geziniyordu.

Teni yoktu.

Geniş omuzlara sahip bir adam silüeti, kafasına büyük bir kapşon geçirilmiş gibiydi ama görünüşü fazla dumanlıydı. Elimi sallasam veya bir rüzgar esse, duman göğe yükselip arkasında tuhaf bir kül rengi bırakacak gibiydi. Korku, bedenimi kamçıladığında bütün duygulara gebe kaldığımı ve her birini, hamile bir kadının karnındaki çocuğu yumruklar gibi avucumun içinde ezdiğimi hissettim. Hepsi parçalandı ve kanlar parmaklarıma bulaştığında, kara bir korku beni içine aldı.

Hemen arkamı döndüm ama orada yoktu. Sanki bir anda yok olmuştu ama etraf ne dumanlıydı, ne de arkasında yanık kokulu bir kül rengi vardı. Hiç var olmamış gibi yok oldu.

LİLİUMWhere stories live. Discover now