17.Bölüm "Anılar"

5.3K 408 110
                                    

"Anne! Hadi uyan artık."

Karanlığın kucak açtığı sessizliğin ağında, küçük bir kızın kıkırdama sesi titredi. Kelimeler, duvarlara kazınmış birer imgeler olmuş. Boyası akan portreler, bir aynanın kırık yansıması... Ne kadar nota varsa hepsi, kıkırdaması dudaklarından eksik olmayan bu kızın sesinde kana bulanmıştı.

"Bak anne, sabah oldu."

Gözlerimi açtığımda titreyen ince ve solgun gözüken parmaklarım ile karşılaştım. Bulanık görüntü, parmaklarımın üzerine akmış ve kurumuş olan mürekkebi saklayamamıştı. Zihnim, bir sağa bir sola doğru sallanan vücudum kadar sarhoş gibiydi. Hiçbir şeyi algılayamıyor, hiçbir şeyi net göremiyordum.

Her şey karanlıkta boğulmaya niyetli birer yıldız gibiydi. Parlamakta ısrarcıydılar ama ay kendisini gösterdiğinde, korkaklıklarını saklayamayacak kadar sahtekarlar. Oysa ben zamanında severdim yıldızları. Çocukluğumun sayfalarını kaplayan o karanlık odayı aydınlatan tek ışıklar onlardı. Yalnızlığıma dost olan bir Tanrı bile oturmuyordu yanımda, o zamanlar bile kanlı bıçaklı olan hayatta, tek başına yürümeyi öğrenmiş ufak bir kızdım.

Kafamı güçlükle kaldırdığımda karşımda, ellerime baktığımda gördüğüm kadar bulanık bir görüntü vardı ama ufak da olsa karşımdakinin ne olduğunu seçebiliyordum. Bir ayna. Bu ayna, kabuslarımın tek aydınlığı, rüyalarımın tek karanlığı olmuştu sanki. Gözlerimi yumsam, aklıma gelen ilk görüntü bu olurdu belki de.

Her şey karanlık, karşımda bir ayna. Yansımamın karşısında ufak bir kız çocuğu, kirpiklerim kanlı. Onun kolundan, elbisesinin tülü süzülürken benim kolumdan, sırtımdan akan kan süzülüyordu. Oysa ikimizde birdik. O bendim, ben oydum. O ben olacaktı; ben bir zamanlar oydum.

"İşte yine buradasın," diye konuşmaya başladığımda karşımdaki aynadaki yansımam netleşti.

"Bundan sonra burada olmayacağım," diye karşılık verdi, ufak kız çocuğu.

"Beni bırakıyor musun?"

"Bizi herkes bırakıyor."

Bir süre, kelimelerin ağırlığıyla sessiz kaldım. Haklıydı. Biz kimsesizdik.

Kelimelerin tutuştuğu çığlığımı hisset.

Ağaçlar... Hepsi alev alev.

Bir rüya yanıyor,

Mezarlık rüyanın kabusu oluyor.

"Ben sadece sana sahiptim," diyebildiğimde, boğazımın kuruluğu kelimeleri çatlattı.

"Artık sadece ona sahip olacaksın." Onun bu cümlesi ile kaşlarım çatıldı ve ona doğru bir adım attım, ayna çatladı ama kırılmadı.

"Ne demek bu?" diye sordum telaşla.

"Tanrı yalnız. Tanrı bizi izliyor." O da telaşla sayıklamaya başladığında elleri ile kendisine sarıldı ve o güzel elbisesinin kolları havada asılı kalarak sallandı. Vücudu titriyordu.

"Tanrı bizden nefret ediyor," diye fısıldadım, acı bir gerçeği dudaklarımdan akıtırcasına.

Ona doğru bir adım daha atacakken küçük kız, "Senin yüzünden!" diye bağırınca olduğum yerde kaldım. Karanlığın avucundan, beyaz tüyler yavaş yavaş dökülmeye başladı. "Senin yüzünden bizden nefret ediyor!" Ufak kız ağlamaya başladığında, görüntü bir buz parçasına döndü. Üşüyordum, üşüyordu. Karanlık odanın içinde bulunduğumuz hava, soğumaya başlamıştı.

LİLİUMWhere stories live. Discover now