14.Bölüm "Berhihte"

5.7K 409 196
                                    

*Berhihte, silah çekilmiş demektir. 

Güneş doğardı, bir çiçek maviye boyanırdı. Güneş batardı, bir çiçeğin yapraklarının ucunda şafak sökerdi. Çiçek, gökyüzü olurdu; gökyüzü, toprak. Bir mezarlık saklanırdı yıldızların arasında, bir kızıllık sarardı Ay'ı. Kan akıtan bir doğum gibiydi acıyı yücelten Ay.

Çiçek, acıyı doğuruyordu.

Doğumun sancısı Ay'a sıçrıyordu.

Bir anne rahminde kapanıyordu gözler, bir kirpik titreşiyordu mezarlıkta.

Asla doğmamam gereken bir dünyada açmıştım gözlerimi. Belki de bana, kanatları kutsal, kanı lanetli melek demelerinin sebebi buydu. Sanki bir mezarlıkta doğmuştum, bir annenin karnında ölmüştüm. Bir güneşin batışıyla sabah olmuş, bir güneşin doğuşu ile geceye bulanmıştı şehir.

Midem bulanıyordu. Eğilip içimdeki bütün günahları, acıları ve özellikle de hayal kırıklıklarını çıkartmak istercesine kusmak istiyordum. Bakışlarımı, sağ tarafımda duran arabanın camına çevirdiğimde yüzüme çarpmak üzere olan yağmur damlaların nasıl kayıp yok olduğunu izledim. Şu anda o yağmur damlalarına dokunmaya ihtiyacım vardı. Günahları bedenimden silmesine değil, zihnimi bir mürekkep gibi akıtıp düşüncelerimin kelimelerini karalamasına ihtiyacım vardı. Bedenimin ve ruhumun günahları benim seçimimdi ama zihnimin gürültüsü, elimde değildi.

Karnımdaki yaranın üzerinde soğuk bir sıvı hissettiğimde bakışlarımı, sol tarafımda oturan Merlis'e çevirdim. Sağ elinin işaret ve orta parmağına sıktığı açık yeşil kremi karnıma sürüyordu. "Karnın çok sert darbe almış. Şimdilik bu kremle idare etmen lazım, eve geçince daha detaylı bakarım."

"Gerek yok," deyip bakışlarımı tekrardan cama çevirdim. Aslında ben de yaranın ciddi olduğunun farkındaydım. Kırılan kemiği hissedebiliyordum ya da ben hissettiğimi sanıyordum. Daha önce aldığım hiçbir darbe gibi değildi bu acı.

Merlis hiçbir şey söylemeden karnıma yaymaya devam etti. O sırada arabada ölüm sessizliği mevcuttu. O iki şerefsiz, üzerimdeki tişörtü yırttığı için Agal'ın tişörtü vardı üzerimde ve pantolonumun her tarafı çamur olmuştu. Zed, geldiğinden beri tek bir kelime etmemişti ama Zera ve Şayl bile bana karşı bu gece için yumuşak davranıyorken onun gözleri öfke kaynıyordu.

Gözlerimi kapattım. O iki adam benim son umudumdu. Sonunda kurtulacaktım, sonunda ailemin yanında olacaktım ama onlar... Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtığında dudağımı ısırdım. Tek bir insanlık istemiştim. Şimdi yine en başa dönmüştüm. Yine o cehennemin içindeydim. Muhtemelen hepsi beni kurtardığını sanıyordu ama yaptıkları tek şey, beni bir cehennemden alıp başka bir cehenneme atmak olmuştu.

Şeytan, bir güvercinin kanatlarına vurduğu demir gibi ayak bileğime kelepçe takmıştı. Beni, cehennemin içine doğru sürüklerken çaresizce parmaklarımı toprağa gömüyor, tırnaklarımdan kan akarcasına yeri tırmalıyordum.

Kaçışım yoktu.

Terden sırılsıklam olan ve sırtıma yapışan sarı saçlarım, cehennemin kapısının önünde dökülüyor. Sırtımdaki kanatlar, içeriye girdiğim an yanmaya başlıyor ve nefesim kesiliyordu.

Arabanın sessizliğini bölen derin bir nefes aldım. Kırılan kaburgamdan daha çok batıyordu hayal kırıklığı. Nefesimi kesiyor, soluk borumdan taşıyordu kustuğum can kırıkları. Umutlar bana teselli bulamıyordu çünkü onlarda ölmüşlerdi. Bütün duygularımı, kalbim olan bir tabutun içine koydum, sonra onları kalbimle birlikte göğüs kafesimin mezarlığına gömdüm. Ölülerin çığlıklarını duymak gibiydi kalbimin atışlarını hissetmek.

LİLİUMWhere stories live. Discover now