18.Bölüm "Kumarhane"

6.3K 427 164
                                    

Arkadaşlar birkaç gün önce bölümü yayınlamama rağmen neden okuyamadığını soran kişiler olmuş. Aslında ben onun açıklamasını facebook grubunda yapmıştım ama görmemiş olanlar ya da grupta olmayanlar olabilir. Okuyamamanızın sebebi, bölümü kaldırmış olmamdı. Hiç ama hiç içime sinmemişti ve eminim ki eğer bu bölümü, o hali ile yayınlamış olsaydım pişman olurdum. Şimdi daha içime sinmiş bir hali ile sizinle. Evet biraz gecikti ama pişman olmaktansa birkaç gün gecikmesi daha iyi olur diye düşündüm. 

Bu arada facebook grubumuzun linkini profiliminden bulabilirsiniz. Bütün duyuruları önce orada paylaşıyorum. 

Umarım bölümü beğenirsiniz, iyi okumalar...

Sessiz... Dünya, şeytanın koynunda yatan küçük kızın çığlığına sessiz. Soluk borusuna gömdüğü kelimelere sessiz.

Azrail'in elini tutan her melek, ölümün dansına kaldırılmış beyaz kefenli bir ruh gibidir. Elini tuttuğu yerden başlar ölümün kokusu, tenine işlemeye başladığı ve yüreğinin ortasına yuva kurduğu zaman, cennetin cehenneme olan gözyaşları yağar, cehennem sönerken cennet yanardı.

Şimdi elimi tutan Şeytan, Azrail'i arzulayan köhne bir duyguyu insan ruhunun en derin kuyusuna gömüyordu. Onun uzattığı ellerini tutan melek, ölmezdi. Korkunç bir azabın koynunda, siyah gözleri günah akan birine şehvet duyardı çünkü bazı melekler için bile, yasak olan her şey zevk dolu gelir.

Bilincim açıldığında kendi durumumu düşündüm. Acaba elini tuttuğum şeytanın ruhu, bir gün güneşlerin üzerine battığı ruhumu karanlığa çektiğinde, yıldızların günahı akan irislerinde hangi duyguların mazisini görecektim? Sanırım bunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyecektim.

Gözlerimi hafifçe araladığımda karanlık odanın üstüne çekilen perdenin arasından sızan güneş ışığı gibi bir aydınlık, gözlerimi rahatsız etti. Kaşlarımı çatıp gözlerimi kıssam da kapatmadım ve sırt üstü uzanarak bir elimi, gözlerimin önüne siper ettim. O anda gözüm, sargı bezi ile sarılı bileğime kaydı. Acıyıp acımadığını kontrol etmek için birkaç kez farklı yönlere doğru çevirip döndürdüm ama çok ufak bir sızı dışında hiçbir acı yoktu. Yine de sargı bezini çıkartmadım.

Elimi, karnımın üzerine koyup bakışlarımı tavana çevirdim. Kolumdaki kurşun yarası da çok hafif sızlıyordu ama düne göre çok daha iyiydim. Tek sorun, durmak bilmeyen karnımdaki ağrıydı. Aldığım her nefeste bıçaklar kasıklarıma saplanıyordu. Bu, diğer aylarda yaşadığımdan çok daha farklı bir acıydı. Sanki vücudumdaki bütün kan çekiliyor, insanlığa dair varlığım yok oluyordu. Yavaş yavaş bu dünyadan silinip bilinmezliğin ortasında, Tanrı'nın bir elime verdiği süku ve diğer elime verdiği mürekkep ile duracakmış gibi hissediyordum. Mürekkep ile vücudumu boyayacak, süku ile etrafımdakilere ayna tutacaktım. İşte o gün ben, bir melek, Güneş Çakır ya da insan değil, zamanın gerçek bir parçası olacaktım. Hem var olacaktım, hem de çoktan kaybolmuş.

Derin bir iç çektim ve yataktan doğruldum. Her ay genelde yaptığım gibi kalktığım an çarşafa baktım ve temiz görmek, içimi ferahlatmıştı. Ayaklarımı sallandırdım ve bir süre ayak ucuma değen soğuk zemine baktım. Hava yavaş yavaş soğuyordu. Haftalar, aylar, mevsimler ve belki de yıllar önümde birikecek ama ben, bir daha eski baharı göremeyecektim. 18 yaşımdan sonraki her mevsim, bana bir ağacın kül kokan yapraklarını anımsatacaktı. Kış olsa da o yaprağa beyaz kar taneleri yağmayacak, bahar olsa da çiçek açmayacaktı.

Düşüncelerim, ucunu bulamayacağım bir ip gibi karmakarışık bir yumak olup zihnime atılırken bunlardan kurtulmak için bakışlarımı cama çevirdim. Acaba dün gördüklerim, camın ötesinde, ağaçların arkasında durmaya devam ediyorlar mıydı? Merakım ağır basınca çıplak ayaklarımla, soğuk zeminin üzerine bastım ve ayağa kalkarak yavaş adımlarla camın yanına geldim. Bir elim karnımda iken diğer elimi camın yanındaki duvara koydum.

LİLİUMWhere stories live. Discover now