20.Bölüm "Ölümün Rengi"

5.3K 435 308
                                    

Gözüme aniden inen bir perde, kızıl bir diyarın pençesinde duran sahneyi alev alev gözüme serpiyordu. Sanki Tanrı, ellerini siyah mürekkebe batırmış, avuç içlerini önüme tutmuştu ve siyah ellerinde, beni içine çeken bir görüntü, zihnime doğru akmıştı.

Gözlerimi kapattım ve zihnimde beliren görüntünün, ruhumu ele geçirmesine izin verdim. Kızıla boyanmış bir yol vardı karşımda ama herhangi bir kızıl değildi bu. Sanki, olabilecek bütün masumluğun kanı dökülmüş, günahların katran rengi ile koyulaşmıştı. Bastığım toprağın altından, dalga dalga yayılan çığlıkların titreşimini hissedebiliyordum. Her şey, o kadar gerçek gibi görünüyordu ki... Kuru toprakla döşenmiş yolda bir adım attım, o anda kulağıma dolan bir ses ile kalbim, korkudan çığlık attı. Ses, bir tehditin, fısıltıya bulanan tonu gibiydi. O kadar derinden geliyordu ki, ruhumda yankı yapıp her bir köşemi sarıyordu.

Karşımda kırmızı bir çift göz gördüğümde gözlerimi açmak zorunda kaldım. O gözlerin kime ait olduğunu tahmin edebiliyordum. Korkunun bir şarap gibi damağıma yapıştığı o tadı, başka bir canlının bırakabileceğini zannetmiyordum, Zed dışında. O görüntü... Cehennem'in vadisine inen yoldu ve o göz, İnferno'ya aitti.

Beni içine çeken görüntü, korkunun avucuna atılmış bir idam mahkumu gibi hissetmeme neden oluyordu. Gözlerime inen perde kayboldu. Salonda otururken, karşımdaki koltukta elleri ile yüzünü sıvazlayan Zed'i gördüm. Bir an için yalnız olmadığıma sevindim.

Yalnızlık... Bakışlarımı camdaki yansımama çevirerek bunu düşündüm bir süre. Ruhun kadar bomboş bir odada camdaki yansımana bakmak mıydı yalnızlık? Yoksa o yansımaya dahi sahip olamamak mıydı? Bu düşünce beni ürpertti. İçimde bir yerlerde, bir gün karşıma alabileceğim bir benliğimin dahi olamayacağı kadar yalnız kalmak, beni o an için ürpertti.

Geçmişi sayıklayan anlar önümde biriktiğinde yalnızlıktan korktuğum geceler canlandı zihnimde. Çocukken bile, yatağın altında, kollarını bana saracak olan canavarlardan değil de, sessizce açılan tahta kapının ardından babamın görüntüsünden korkmuştum hep.

Bir zamanlar babamın varlığından korkan ben, şimdi şeytanımın yalnızlığımı örtmesine seviniyordum.

Zed, ayağa kalktığında bakışlarımı ona çevirdim. Gözleri, bir saniye bile benim gözlerime değmeden salondan dışarıya çıktı ama adım sesleri çok uzaklaşmadan, mutfakta durdu. Ne yaptığını bilmiyordum.

Birkaç dakika sonra adım sesleri tekrar yaklaştığında kapıda Zed'in görüntüsü belirdi. Elinde, iki tane kupa vardı. Önüme geldi ve bir kupayı bana doğru uzattığında şaşkınlıkla bakışlarımı ona çevirdim. Bir gece karası gözlerine, bir elindeki kahveye bakıyordum.

"İç," dedi sakin ve yorgun bir sesle.

Bana uzattığı kupayı aldığımda kokusu, ciğerlerime dolandı. İçindeki sıcak kahve, parmak uçlarımı hafif yakarken bu acı hoşuma gitti ve yüzüme ufak bir tebessüm kondu. "Bana kahve yapmana şaşırdım," dediğimde hiçbir şey söylemeden karşımdaki koltuğa oturdu ve gözlerini bana dikti.

Birkaç dakika, sessizce kahvelerimizi yudumladık. İçimi saran sıcaklık, yarım saat kadar önce yaşadığımız korkuyu paramparça ediyordu. Şu anda neden salonda, karşılıklı oturduğumuzu bilmesem de bunun üzerinde çok durmadan kahvemin son birkaç yudumuna geldim.

Zed, elindeki kahveyi sertçe sehpaya koyduğunda içimi saran sıcaklık, soğuk bir rüzgar esintisi ile buz kesildi. Hızla ayağa kalktı ve önüme geldi. Bakışlarımız birbirinden ayrılmazken "Bir sorun mu var?" diye sordum.

"Bunu yapmak zorundaydım," dedi, bana bir açıklama yapar gibi.

Kaşlarım çatıldı ve "Neyi?" diye soracakken gözlerimin, benden izinsiz kapandığını hissettim. Her şey, hızla karardığında bilincim, ben daha ne olduğunu bile anlamadan kapanmaya başladı ve en son hatırladığım şey, avucumun içinden kayıp yere düşen sıcak kupaydı.

LİLİUMWhere stories live. Discover now