16 Aralık 2017

5.2K 385 137
                                    

Herkese merhaba. Bu, Lilium için özel bir bölümdür çünkü tam olarak geçen sene bugün, Lilium'u yayınlamaya başlamıştım. Her şeyden ve herkesten önce, yazmaya ilk başladığım anlardan bu ana kadar beni hiç bırakmamış olan arkadaşıma, dostuma çok teşekkür ederim. Ezgi Yıldırım, kimsenin anlamadığı kelimelerimde bile benimle birlikte yürüdüğün o yollarda, kaldırım taşlarına birbirimizin isimlerini kazıdığımız o soyut diyarda benimle birlikte nefes aldığın için ve ilhamım olduğun için ne kadar teşekkür etsem az.

Bu kitaba adadığım her cümle, aslında bunları okuyan kişilerle attığım adımlardı. Lilium hala daha çok küçük. Atlatacağı daha çok yaş, geçireceği daha çok yıllar var. Benim de öyle. Kalemim gün geçtikçe ilerleyecektir ve şu anda hala öğrenmem gereken çok şey olduğunu biliyorum. Umarım sonuna kadar yanımda olursunuz. 

Lilium'a gelen oylardan çok mutluyum sadece biraz yorumlar az geliyor oylara oranla. Düşüncelerinizi, bir satırı okuduğunuzda ki tepkinizi, bir bölümdeki sevdiğiniz veya sevmediğiniz yerleri bilmeyi gerçekten çok isterim.  

Bir duyurum daha olacak. O da, muhtemelen 2 hafta boyunca bölüm gelemeyecek çünkü yine sınav haftam yaklaşıyor ama sonrasında neyse ki bütün sınavlarım bitiyor olacak ve bütün yoğunluğumu Lilium'a vereceğim. O zaman bolca bölüm atarım. Neyse sizi de çok sıktım, o halde bölüme geçelim. Bu arada bu bölüm, diğer bölümlerden tamamen bağımsızdır. İlk kısım, sonralardan olacak bir sahne iken ikinci kısım, Güneş'in 17. yaşından bir kesittir. 

İyi okumalar, umarım beğenirsiniz.

Can yakıcı bir sayfanın son basamaklarını tırmanıyor gibi hissediyordum. Ölüm gözlerimin içine bakarken ben ona, hayatımı kendi kanlı ellerim ile uzatıyordum. Bana şaşkınlık ile bakıyordu. Kirpiklerimden akan can parçalarım, artık nefessiz birer yaşayandı.

Gökyüzü kadar sığ bir diyarın eşiğine gelmiştim. Oraya ölüler hakimdi, toprak canlıların nefesiydi. Bana ihanet eden toprak, ölüleri dirilttiğim bir vadinin gökyüzüsü oldu. Her ölü, toprak olan gökyüzüne birer ayna dedi, kafalarını kaldırdılar ve kendi yaşayan, geçmiş hallerine baktılar. Dünya, Tanrı'nın emri ile ikiye bölündü. Bir, ölülerin nefes verdiği bir diyarda bulutlar mezarlıktı, yıldızlar onların mezar taşı. İki, canlıların nefes aldığı bir dünyada ağaçlar yıldızdı, toprak özgürlüğün tabutu.

Ben ise nefes alan canlıların bastığı toprakta, nefes veren bir ölüydüm.

Şimdi ise kulaklarımda çınlayan bir melodi... Şeytanın parmaklarında işlenmiş, köhne demirleri bir meleğin ölüm uçurumu olan bir müzik kutusu. Ortasında, aynanın karşısında siyah elbisesi ile dönen ve boynunda, bir Tanrı'nın parmağından sarkan iple asılan bir balerin duruyor. Yüzü ben olan bir maske ile Tanrı'ya gülümsüyordu.

Tanrı, meleğini, bir şeytanın ölüm ninnisinde tabuta koyuyor. Varlığını, sonsuz zamanın kamçıladığı hırçın okyanuslara atıyor, bir daha ne cennet ona gözyaşı döküyor, ne cehennem ona yanıyor. Hepsi Tanrı'nın peydahladığı bir yalanla kapıyor gözlerini, kimse ufak bir kız çocuğun kirpiklerinden akan umutlara tutunamıyor, umursamıyor.

"Ne düşünüyorsun?"

Göz kapaklarım titreştiğinde, soluk borumdaki yanık baş gösterdi. Sükuya bulanan dudaklarımın arasında parçalanan kelimelerin mezarlığı, dişlerimin uçurumundan atlayıp soluk borumda birikmişti. Aldığım her nefes, cesetlerin üzerine atılan birer toprak gibiydi ve herkese can veren toprak, şimdi benim soluğumu yakıyordu.

Gözlerimi açıp bakışlarımı, hemen karşımda duran şeytana çevirdim. O anda aklıma gelen ilk kelime: "Güzel." Çok güzeldi. Ölümcül bir güzelliğe kapanan kirpikleri, namlu olan gözlerinin kurşunlarıydı. En derin karanlıkları yıldızlara benzeten, gölgeleri fener yapıp nefreti bir umut gibi gösteren o şeytan, çok güzeldi.

LİLİUMWhere stories live. Discover now