23. Bölüm "Hark"

5.1K 395 248
                                    

Hark; Yangın.

Bölüm bu kez gerçekten çok geç kaldı ve bundan dolayı özür dilerim. İçime pek sinmemiş olsa da elimden geldiğini yaptım. Ufak bir duyurum olacak. Eğer belli bir sayının üzerinde katılımcı olursa bir Whatsapp grubu açmak istiyorum. Eğer katılmak isterseniz özelden telefon numaranızı yazmanız yeterli. Dediğim gibi tam olarak kesin değil, kaç kişinin katılacağına bağlı. Umarım katılırsınız.

İyi okumalar.


Bir piyano sesi. Siyah tuşların boyası akıyor, her biri bir nota oluyor ve zemine damlıyor. Beyaz tuşların üzerine bir rüzgar esiyor, her biri sigara külü gibi dağılıyor etrafa. Nefes kadar canlı notalar kazınıyor, sükunetin pençesinde çırpınan gürültüye ve her biri bir ezgi oluyor. O an Tanrı'nın parmaklarını hissediyorum piyanonun üzerinde. Bir ip dağarcığında asılan idam mahkumu gibi duruyorlar. Kaldırıyorum kafamı ve Tanrı'nın gözyaşlarının, siyah tuşlarının boyasını akıttığını fark ediyorum. O anda piyano ruhum oluyor. Ruhumdan damlayan her parça, ciğerlerimi kanatan çocukluğumun sessiz çığlıkları, damlıyorlar zemine ve ezgi, bir intihar mektubu gibi diziliyor satırlara.

Işıklar sönüyor, notalar teker teker uzaklaşıyor. Derisini arkada bırakmak zorunda kalan yılan gibi hissediyorum kendimi. Çıplak, yuvasından uzakta; bir anda başkası oluyorum, bir anda ruhum kavlıyor. Sonra bir kıvılcım aydınlanıyor karanlığın eşiğinde. Etrafı aydınlatamayacak kadar ufak bir kıvılcım, arkasından zincir gibi kıvrılıyor alevler.

Önce bir kıvılcım, sonra iki, sonra üç, sonra dört ve ışıklar açılıyor.

Zihnimin köhne duvarlarında yankı yapan sesler, birer birer ruhumun dalgalarını kasıp kavuran bir rüzgar olurken, nefesimi kaybettiğimi hissediyorum. Geçmiş, güneşin zemine düşürdüğü gölge gibi. Geçmişin sesi, gölgenin üzerinde sis gibi yayılan tozlar gibi. Ayak bileklerimden bağlı, beni bilmediğim bir ine doğru sürüklüyorlar. Orada, siyah bir gölün karşısında duruyorum, ensemde bir şeytanın fısıltısı; bana, gölde ayakta dikilen yansımaya bakmamı söylüyor. Eğiliyorum, bir elimi toprağa koyuyorum, taşlar avuç içlerime batıyor. Yansımama bakıyorum. Ufak dalgalar halinde sarsılan görüntü, yıllar öncesinde unutulmuş, kapağı kül, sayfaları yanık olan bir anıya ait.

Ellerime bulaşan isle açıyorum kapağı, bir kitap misali. Geçmişin yanık kokusu, saçlarıma tutunan turuncu kıvılcımlarla sarıyor ruhumu ve ben, geçmişteki o anıyı okumaya başlıyorum.

"Bazen korkutucu oluyorsunuz," diye fısıldamamla başlıyor kitap ve yansımada, ay ışığın altında, sırtını çıplak duvara yaslamış ben oturuyorum. Karşımda, içi tamamen karanlık olan, kapağı açık dolaba doğru konuşuyorum.

Küçüklüğümün gözlerinde biriken yalnızlık tenimi ürpertiyor.

"Bazen sessizliğiniz, beni ürkütüyor." Ellerini çıplak bacaklarına sarıyor, kendisini savunmak istercesine. Oysa kabusu, karşısındaki dolapta kıpırdayan gölgelerde değil, ona "baba" diye seslendiği kişinin iri parmaklarında saklıydı. Bunu o da biliyordu ama hiçbir zaman gerçekliği, dudaklarının arasına sıkıştıracak kadar cesur olamadı.

Dolabın kapağı sertçe kapandığında korkudan yerinden zıpladı ama zamanında hıçkırıkları gömdüğü o dudakları bir kez olsun aralanmadı. Kapak, ufak bir cızırtı eşliğinde yavaşça açıldığında, ruhumu içine gömen karanlık, karşısında durmaya devam ediyordu. Kıyafetlerin gölgesi, zemine düşmesi gerekirken varla yok arası bir çift gözün portresi boyuyordu zemini.

Küçük kız, anılarını içine gömüp geleceğin sırtını sıvazlamasını istediğim avuç içini yere dayadı ve yüzünü öne doğru eğerek dolaba daha çok yaklaştı.

LİLİUMWhere stories live. Discover now