16.Bölüm "Korku"

5.1K 397 121
                                    


Sühvenin kamçıladığı karanlık bir odanın içinde, kelimelerin yitirdiği umutlarımı arıyordum. Yalnızlığımla saklambaç oynuyorlar, beni benden gizliyorlardı. Bir duvara dayasam elimi, parmaklarıma bulaşan geçmişin kanı imzalanacaktı ve zemine damlayan mazi, umutlarımın kızıl nehri olacaktı.

Bundan kaçış yoktu, geriye kalan her şey gibi o nehir de, bir gün cehennemin kuru topraklarında yanıp kül olacaktı.

Bakışlarımı, Ez-Yah gözlü şeytana çevirdim. Cehennemin yaktığı masumluğun küllerinden oluşan bir ruha sahipken nasıl olurdu da gözleri buzdan bile soğuk olurdu? Bana bakıyordu, yaşlarımda yüzen çıplak ruhuma bakıyordu, düşüncelerime bakıyordu, duygularıma bakıyordu; o, geçmişime bakıyordu.

Dizlerimin üzerinde yumruk olan ellerime damlayan yaşları silmek için uğraşmadım. Yanaklarımdan usulca süzülmelerine ve geçtikleri yollarda şeytanıma beni anlatan cümleler kazımalarına izin verdim.

Kaç dakika orada öyle kaldık bilmiyorum ama mum, artık yarıya kadar inmişti. Ateşin erittiği parçalar, yavaş yavaş onun parmaklarına damlıyor ama Zed hiçbir tepki vermeden bana bakmaya devam ediyordu. Ateşin turuncu ışığı yüzüne yansıyor, karanlık kalan tarafa gölge düşürse de gözleri leylde parlıyordu.

Bakışlarım, ateşin etrafında dönmekte olan kelebeğe kaydı. Kanatları, gecenin karanlığını soluk soluğa bırakacak bir maviliğe ev sahipliği yapıyordu. O kelebeği elime almak istedim, kaburgalarımın arasındaki mezarlığa bir ışık olmasını istedim ama isteğim, soluk borumun altında yatan kelimelerin cesetleri gibi çürüyüp gitti.

Kelebek, birkaç turun ardından ateşe daha çok yaklaştı. Korku ile yerimden sarsıldım ve elimi kelebeğe doğru uzattım. O anda, ben daha kelebeğe yetişemeden suzende ateş, ona doğru bir meltem gibi esti ve cehennem acısına dayanamayan kelebek, birkaç günlük ömrünü orada veba ederek sehpaya, yanık kanatları ile birlikte düştü. Yutkunamadım.

Tanrı'nın bahşettiği son kutsal saniyeler, bir şeytanın dudaklarından dökülen ateşin emri ile yanıp kül olmuştu. Tanrı'nın nefes verdiği canı o almıştı.

O...

Bir şeytan...

Zed Decrus. Bu cümle, zihnimin duvarlarına çarptığı her saniye bir çan çalacak rüyalarımda. Kilisenin çatısına doğru yolcu olan merdivenleri çıkmak gibi kaburgalarımı tırmanacak bu his. En sonunda soluk boruma ulaştığında, gözlerimden yaşlar süzülecek, kalbim nefret ile burkulacak. Çünkü ölüm çanı çalmış olacak.

"İnsanlar bu mum gibi Güneş." Ağlamaktan şişmiş ve kızarmış gözlerimi yavaşça Zed'e çevirdim. "Kendi kusursuz görüntülerini, seni kendilerine yaklaştırmak için kullanırlar ve onlara güvenip fazla yaklaşırsan, seni kül eder. Sen son nefesini verdiğindeyse katil, gecenin karanlığında parlamaya devam eder."

Saniyeler sonra yutkunabildiğimde derin bir nefes aldım ve çatallı çıkan sesimi umursamadan "Ama mumlarda bir gün söner," diye karşılık verdim. Sükuya gebe bir arazinin ortasında, dizlerim kanayarak ilerliyor gibi hissediyordum. Ruhum, yavaş yavaş acıya gebe kalbime sürünmeyi öğretiyordu.

"Evet ama bıraktıkları yara hiçbir zaman geçmez." Dudaklarım kurudu. Berd oda, zihnimin diyarında gezen bir ayaz gibiydi. Kelimeler etrafa saçılıyor, toprak altına gizleniyorlardı. Diyecek bir şey bulamadım. Alev aleve çığlıklar içinde koşturan ruhumun ardında bıraktığı külleri anlatacak cümleleri bulamadım.

Bir süre Zed'in parmaklarına damlayan mumu izledim. Kalın ve güçlü elleri, hissiz bir şekilde mumu tutarken tek bir acıma belirtisi bile yoktu gözlerinde. Parmaklarının ucu dahi titremiyordu, oysa ben bile zihnimde canlanan acının varlığından titriyordum.

LİLİUMOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz