5.Bölüm "Sükunet"

6.1K 459 247
                                    


Öyle anlar bir insanın kaderine uğrardı ki, hislerin her biri sakar bir cambaz gibi, bulundukları ipin ucundan kayar, acının çukurunda yuvarlanırdı. Tarifsizdi. Kalbimi boğan o duyguların ağırlığını tarif etmek, imkansızdı.

Kelimeler kanlı, düşünceler bulanık. Duygular boğucu. Bakıyorum gökyüzüne, sonsuzluğumu kapsayan derinliğime. Onlar da sessizler! Her biri, az önce yanımda patlamış olan silahın yıktığı harabeye karşı sessizlerdi.

"Anne!" Her şey sessiz. Kalbimdeki çığlıklara karşı hepsi bencil bir sükunete bürünmüş... Benim ruhum bile sessiz!

Öne atıldığım an, kalbime nefreti eken kişinin bir kolunu belimde, diğer elini ağzımda hissettim. Gözlerimden yaşlar, yanaklarıma doğru firar ediyordu. Karnıma ağrı saplanmış gibi öne doğru eğik duruyordum. Kendimi ileri doğru, anneme doğru, çaresizce itiyordum. Ulaşılması imkansız bir diyardan gelen bir görüntüye, parmak uçlarımı bandırmak ister gibi bakıyordum.

Annemin bedeni banktan yere düştüğünde boğazımdan yükselen bir çığlık bütün bedenimi yıktı. Bütün hisler, bu çığlığın yankısından enkaza dönüştü. Dudaklarımdan hiçbir kelime düzgün çıkmıyordu çünkü arkamdaki adamın elleri buna engel oluyordu. Yine de boğazımdan çıkan sesleri duyduğunu biliyordum.

Boğazım, çaresiz notaların yankısında çürüyordu. Ses tellerim yanıyor, kalbim parçalara ayrılıyordu.

Boşta kalan ellerim ile adamın kolundan kurtulmaya çalıştım ama başaramadım. Ayaklarımın beni tutmayacağını anladığımda, dizlerimin üzerine çöktüm. Bağırmaya, çığlık atıp kendimi parçalamaya devam ediyordum. İnsanlar, silahın patlaması ile başta korkmuş olsalar da sonradan annemin başına toplanmışlardı.

Şu anda onlar orada, cennetime dokunduklarının farkındalar mıydı? Onlar cennet vadisinin kokusunu, içlerine çektiklerini ve beyaz bir zambaktan daha saf olan tene yaklaştıklarının farkındalar mıydı?

"Kalk." Merhametsizliğin somut hali.

Dizlerim tutmuyordu. Midem bulanıyor, başım dönüyordu. Kalbim çıldırmış gibi hızlı atıyor, aldığım nefesler ciğerlerime yetmiyordu.

Sol eli ile beni yerden kaldırdı ve belimden tuttu, bel kemiğime değen soğuk silahın sertliğini hissedebiliyordum. Dudaklarımda olan sağ elini ise çeneme doğru indirdi ve çenemi sıkarak annemin başında toplanan kalabalığa doğru çevirdi başımı. Kafamı çevirmeye çalıştım. Bakmak istemiyordum. Cennetimin üzerine, cehennemin kanının bulaşmış olmasını görmek istemiyordum.

"Bak! Bana karşı gelirsen neler olacağına bak!" Çenemi daha sıkı tutup kafamı oraya sabitledi. Ellerim onun sağ kolundaydı ama hissettiklerim beni o kadar çok yıkmıştı ki, ellerinden kurtulmaya gücüm yoktu.

Zed'in sıcak nefeslerini sol tarafımda hissedebiliyordum. Şu anda onu öldürmek istiyordum. Ellerime bulaşacak olan kanları umursamadan onu kendi ellerim ile öldürmek istiyordum.

"İyi bak, bu sana bir ders olsun. Bir daha sakın ama sakın bana karşı gelme." Dudaklarından tenime yolcu olan nefesinde karşılaştığım acımasızlığın taneleri, kemiklerime iliklenecekmiş gibi bir bağlılığı mahkum gittiğini hissettim. Sanki zehirli bir damla, derimle buluştuğu an tenimi yakıyor, küllerinden nefretin kanını diriltiyordu.

Gözlerimi kapattım ve nefes almaya çalıştım. Kahretsin, hissettiğim acılar o kadar yoğundu ki soluduğum her hava, öfke ateşinden çıkan bir dumanın altında kalmış gibi zehirliydi.

Belimdeki ve çenemdeki elin gevşediğini hissettiğimde bacaklarım bir an tekrardan öne atılacakmış gibi hareketlendi. "Sakın koşayım deme." Bağırmıyordu ama bağırsa bu kadar öfkeyi serpiştiremezdi kulaklarıma.

LİLİUMWhere stories live. Discover now