Yirmi Dört

5.7K 495 80
                                    

Sabah yatağımda yalnız başıma uyandığımda dün gece yaşadığım her şeyin koca bir kabus olmasını dilemiştim. Eve dönmüştüm, faturaları inceledikten sonra Areum'la biraz laflayıp yemek yemiş ve uyumuştum. Mektup yoktu, o aptal çek yoktu, annem yoktu, Jimin yoktu.

Ama başımdaki, boğazımdaki, gözlerimdeki, daha doğrusu tüm vücuduma yayılan ağrılar dünün yaşandığını gösteriyordu. Tüm ağlayışlarımın, bağırışlarımın, çırpınışlarımın... Acıyan gözlerimle odayı taradığımda komodinin üzerine bırakılmış buruşuk mektubu görmüştüm. İçinden sadece bir satır okuyabildiğim annemin sesi masum bir kâğıtmışçasına orada duruyordu. Daha fazla bakamayıp başımı çevirdim.

Jimin yanımda değildi. Dün gece gelmişti, ona Areum haber vermiş olmalıydı. Yine tüm acizliğimle ona sığınmıştım ve o yine gitmişti. Açıkçası gitmesi de iyi olmuştu. O kadar bağırıp ağladıktan sonra bugün onunla yüz yüze gelmek istediğimden emin değildim.

Ağrıyan eklemlerimle yataktan kalkıp ayaklarımı sürüyerek odadan çıktığımda ev sessiz duruyordu. Batan gözlerimi hafifçe kıstım. Yine yalnızdım belli ki. Hafifçe gülümsedim, elbette başımın çaresine bakabilirdim. Ağrıyan boğazımla hafifçe öksürdüm. Sanırım tüm günü sıcak bir şeyler içerek geçirmeliydim.

Mutfak kapısından içeri girdiğimde bir anda sıçrayıp geri çekildim. Jimin hala buradaydı. Sessizdi, tezgahın başında dikilmiş, bir fincana çay dolduruyordu. Göz ucuyla kapıya doğru bakmış, geldiğimi görünce gülümsemeye başlamıştı.

"Çayını yatağına getirecektim aslında ama sen çoktan uyanmışsın." Mutfak masasının üzeri doluydu, iki kişilik güzel bir kahvaltı hazırlanmıştı. Pekala neler oluyordu burada?

Elindeki çayı bana yakın sandalyenin önündeki servise bıraktığında bön bön yüzüne bakmakla meşguldüm. Neden hala buradaydı ki? Gözlerim kan çanağı, göz altlarım mor, yüzümse hayalet gibi beyazdı, emindim. Beni gündüz gözüyle de bu kadar yıkılmış görmesi beni rahatsız etmişti. Üstümdeki kırışık tişörtü hafifçe çekiştirdim.

"Hadi otursana," dedi sandalyeyi işaret ederken. Kendisi de karşıya oturmuştu bile. Bilinçsizce ona itaat ettim. "Areum'u annesi çok dürtükleyince kaçmak zorunda kaldı. Yani benimlesin." Sırıtıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranıyorduk? "Başlasana."

Daha düne kadar bana kırıcı laflar sarf eden adamın bugün sırf bana acıdığı için böyle davranması gururuma dokunuyordu. Yanımda olduğu için teşekkürü hak etmişti elbette ama bu hali samimi gelmiyordu.

"Ne yapıyorsun Jimin?" dedim buz gibi ama boğuk bir sesle. Harika, sesim kısılmıştı. Sanırım artık tepkilerimi daha küçük yaşamalıydım. Mektubu hatırlayınca canım acıdı.

"Kahvaltı." Omuz silkip eline çubuklarını aldı ve masadakileri incelemeye başladı. Sinirleniyordum, sakin tavrı beni sinirlendiriyordu. Elimin tersiyle masadaki çay dolu fincanı yere ittim. Fincan parçalara ayrılırken sıcak çayın bir kısmı ayağıma gelmişti ama hissedemedim bile. Ani tepkim onu şaşırtmıştı. Açılabildiği kadar açılmış gözlerini masadan kaldırıp bana dikmişti. Bense çoktan biraz önce fincanı yere fırlatan ben değilmişim gibi sakince oturuyordum. İyi hissetmiyordum.

"Ne yapıyorsun?" Sorumu tekrar ettim.

"Arkadaşıma destek oluyorum." Pes edip elindeki çubuğu bırakıp arkasına yaslanmıştı. Kollarını göğsünde birleştirip gözlerini bana dikti. Cevabı sadece daha fazla sinirlenmeme neden olmuştu. Önümdeki tabağı masanın kenarından aşağı ittim. Tabak büyük bir şangırtıya parçalara ayırılırken ikimiz sakince birbirimize bakıyorduk. Neye sinirlendiğimi anlamıştı.

Lilac | JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin