Yirmi Yedi

5.5K 447 44
                                    

Jimin'in odada belirmesi mektubu bitirmemden çok kısa süre sonra olmuştu. Öncekilerin aksine ağlayışım sakindi. Doğru dürüst hıçkırmıyordum bile, yaşlar kendiliğinden süzülüyordu. Beni ürkütmemek ister gibi yavaş adımlarla yanıma gelmiş, önümde diz çökmüştü. Ciddi ifadesiyle komik görünüyordu ancak gülebilecek bir ruh halinde değildim. Onun yerine bir anda küçük bir çocuğa dönüşen bakışlarımı yüzüne dikmekle yetinmiştim.

Küçük, yumuşak elleri çabucak yanaklarımda kendine yer bulmuştu. Gözlerimi kapatıp yüzümdeki sıcaklığın beni sakinleştirmesine izin verdim. Bir eli yanağımdan süzülen yaşları temizlerken diğer alnımdan saçlarımın arasına süzüldü. Önüme düşen saçlarımı nazikçe geriye iterken yavaşça başımı okşadı. Şefkati gözyaşlarımı arttırıyordu.

"Özür dilemiş," dedim gözlerim hala kapalıyken. Sesim belli belirsiz titredi. "Pişmanmış Jimin. Bizi seviyormuş, bizi unutmamış." Ona ne kadar kızgın olsam da bundan korktuğumu fark ettim. Bizi unutması, bizi yok sayması yokluğunun sancısını daha da arttırıyormuş meğerse.

"Bir insan seni, senin kanından birini nasıl unutabilir ki Leylak?" Sesi içime dokundu, kanıma karıştı, ruhumu ısıttı sanki. Kimden bahsediyordu? Annemden mi kendisinden mi? Kalbim bu iki insanı yanımda olmasalar bile sevmeyi öğrenmişti, yoklukları bile bütün zulmün, karanlık bir gecenin ortasında parlayan tek bir yıldız gibiydi. En azından bir kez olsun yanımdalardı diye avunuyordu insan. Onları devamlı yanımda tutabileceğimi düşünmek bile beni delirmeye yaklaştırıyordu. Güneşe uçan Ikarus gibiydim, yaklaştıkça kanatlarım yanıyordu ama onlara doğru uçmadan edemiyordum. Şimdi Jimin'in elleri üzerimde, anneme ulaşabileceğim rakamlar avcumun içindeyken yanıyor gibi hissediyordum. Bir şekilde hayatımı yoluna sokabilir miydim?

"Bir şeyler düzelecek mi Jimin?" dedim. İçimde yeşeren umutları herkesten, kendimden bile saklamak istiyordum ama çoktan sesimden sızıp Jimin'e ulaşmışlardı. Yine de onda güvende olurlardı, değil mi? Söz vermişti, ona güvenebilir miydim artık? "Sevdiğim tüm insanlar yanımdayken herkes gibi normal bir hayat sürebilir miyim ben de?"

Sonunda gözlerimi açıp bulanık görüntüsüne baktığımda gözlerimdeki yaşlara rağmen bakışlarındaki ağırlığı görebilmiştim. Gözleri belli belirsiz parlıyordu. Benim için ağlar mıydı? Belki beni neşelendirmek belki de hislerini gizlemek için kocaman gülümsedi. Gözleri yine gördüğümde duyguları ardına alıp kaybolmuştu. Soruma cevap olarak şevkle başını salladı. Sana inanmalı mıydım Jimin?

Tüm acizliğimle ona katılmayı seçtim. Başımı onun gibi sallarken gülmeye başlamıştım. Gözlerimden yaşlar süzülürken kahkaha atıyordum. Başımdaki eli tüm saçlarımı okşayarak boynuma indi ve yavaşça boynumla omzumun kesiştiği yere yerleşti. Biraz daha dikleşip yüzünü benimle aynı hizaya getirdi. İkimizin de yüzünde acı ama umutlu gülüşler vardı.

"Ah Leylak, canım Leylak." Kalbim göğsüme sığmıyordu, bedenimi ağır geliyordu sanki. "Öyle güzelsin ki gözyaşlarının değdiği yerden güller bitecek sanki." Başını iki yana sallayıp biraz daha güldü. Ne diyeceğini anlamıştım.

"Hayır," dedi. "Leylaklar."

"Leylaklar." Son kelimelerimizi birlikte mırıldandık. Aramızda kimsenin göremediği bir bağ varmış gibi hissediyordum. Kimse göremiyordu ama gören tek kişinin ben olmamasını umdum. Onun da görebilmesini istiyordum. Görebiliyor muydu? Onu çok seviyordum.

Gülüşlerimiz silikleşip etrafımızdaki ağır havaya karışırken yüzü bana biraz daha yaklaştı. Eğer beni öpecekse onu izin verecektim. Kızgındım, kırgındım, affetmiş değildim ama ona ihtiyacım vardı. Anneme karşı da duygularımın bunlar olduğunu fark etmek ikisini de daha fazla yanımda arzulamama neden oldu.

Gözlerimi kapattım. Savunmasız orada duruyordum.

Dudakları önce yanağımda duran elinin biraz üstüne şakağıma değdi. Öyle güzel, öyle özel bir öpücüktü ki dinmiş gözyaşlarıma rağmen bir tanesinin daha firar etmesine engel olamadım. Bu kez dudakları yavaşça gözümün kenarında takılı kalan taze yaşa dokundu. Boynumdaki eli hafifçe ensemi okşuyordu. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.

Dudakları yüzümden ayrılırken buna itiraz etmek istedim. Neyse ki benden çok uzaklaşmadı, alnını alnıma yasladı. Burnun ucu yüzüme değiyordu, sıcak nefesini yanağımda hissedebiliyordum. Nefesinin uzun yıllar tükenmemesi için sessiz bir dua ettim.

"Canım Leylak," diye tekrarladı. Öyle kısık sesle söylemişti ki kendi kendine konuşur gibiydi. Biraz uzağımda olsa belki duyamazdım. Dayanamayıp elimi kaldırdım ve gözlerimi hala açmadan yüzüne koydum. Elim kafasının yanına gelmişti. Yüzünü belli belirsiz elime bastırdı. Başparmağım gözünün yanında duruyordu. Hafifçe okşadım. Tek bir damla parmağımın altında ezilip kayboldu. Hıçkırıkların boğazıma dizildiğini hissettim. Öyle yoğun bir duygu seline kapılmıştım ki kendimi kontrol edemedim, dudaklarım titredi.

"Ağlama," dedi fısıldayarak. Ancak bu daha fazla ağlamak istememden başka bir şeye yaramamıştı. Yine de onu da daha fazla üzmemek için kendimi tutmaya çalıştım.

Orada, kendi baloncuğumuzun içinde zaman donmuş gibiydi, alnı alnıma dayalı ne kadar oturduk bilmiyordum. Ama telefonu çalmaya başladığında baloncuk patladı ve güzel renkler bir anda gerçek dünyaya dönüştü. Ellerimiz birbirimizden hızla çekildi, gözlerimiz eş zamanlı açıldığından yüzü çoktan benden uzaklaşmıştı. Hızlıca elinin tersiyle yüzünü sildi ancak kızaran gözleri birçok şey anlatıyordu. Ayağa kalkıp cebindeki telefonu çıkardığında bana sırtını dönmüştü bile. Onun aksine yavaş hareketlerle ellerimi yüzüme götürdüm. Bıraktığı izleri silmek istemiyordum, bu yüzden sadece yüzümün alt kısımlarını sildim.

Jimin'se az ileride sırtı dönük dikiliyor, çalan telefonunu açmadan ona bakıyordu. Hala sersem gibiydim. Ona diyecek bir şey bulamadım. Çok geçmeden telefon sustuğunda telefonu yeniden cebine koyup bana dönmüştü.

"Ben," dedi kaşları çatıktı. "Artık şirkete gitmeliyim." Onu başımla onayladım.

"Git."

"Tamam," dedi ama hala durduğu yerde dikilip anlam veremediğim bakışlarla bana bakıyordu.

"Tamam," dedim. Derin bir nefes aldı. Geriye doğru bir adım attı. Benimle göz temasını kesmiyordu. Bir adım daha attı.

"Ne yapıyorsun?" dedim dayanamayıp gülerek. Gülüşüme küçük bir gülümsemeyle karşılık verdi. Kapının eşiğine kadar böyle yürüdü.

"Areum'u yolda ararım ben." Başımla onayladım. Sonrasında başka bir şey söylememiş, kapının ardında kaybolup gitmişti. Çok geçmeden dış kapının da sesini duyduğumda kendinden emin kalbim ve karmakarışık beynimle baş başa kalmıştım.

*

Bugün medyaya bi şeyler ararken arşivimde Jimin'in efsane güzel güldüğü giflerini gördüm, dedim ben bunları neden kullanmamışım?

İçimden bir başka ses cevap verdi.

Çocuğun yüzünü güldürdün mü ki şerefsiz?

Güldürmedim...

Güler mi de emin olamayarak aşağıya bir tane bırakıp kaçıyorum. Yüzümüz gülmedi ama en azından gözümü gönlümüz açılsın. Öpüldünüzz

rubra

rubra

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Lilac | JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin