13. Sevmek

3.1K 117 26
                                    

Adil Karasu, Şimdi ki adıyla Kartal Demir laptoptan oğlunun küçüklük fotoğraflarına bakıyordu. Sonra yeni bir dosyayı tıkladı ve Yavuzun şimdi ki haline baktı. Asker kıyafetleri içinde çakı gibi bir delikanlı olmuştu. Neredeyse onbeş yıldır onu görmüyordu. Böyle fotoğraflarıyla avunuyordu. Ama dayanak gücü kalmamıştı artık. Laptopu kalktığı yatağa bırakıp banyoya girdi. Gözlerinden akan yaşları silmekten vazgeçip, yüzüne su çarptı. Aynadaki suratına baktı. Bu adam ona hiç benzemiyordu. Saçı sakalı birbirine karışmıştı. Birtek mavi gözleri tanıdık geldi. Oğlu gözlerini ve sarışınlığını ondan almıştı. Ondan ara sıra haber almak yetmiyordu artık. Hele başındaki tehlikeleri duydukça böyle birşey yapamadan sadece olanları duyup seyretmek onu kahrediyordu:
- Az kaldı oğlum, geleceğim. Hiç değilse seni uzaktan göreceğim.

Yavuz da onu suçlu biliyordu, annesinin katili zannedip nefret ediyordu.
Yıllar önce hayatını değiştiren o günü hatırladı. Koşar adımlarla elinde bir çantayla bir yerden çıkıyordu. Kafası dönmeye başlarken şiddetli bir ağrıyla durakladı. Başı infilak edecekmiş gibiydi. Acıdan inleyerek yere yığıldı. Gözlerini açtığında üstü başı karısının kanına bulanmıştı. Elinde bir bıçak vardı ve Yavuz şok olmuş bir vaziyette ona bakıyordu.
İyi bir avukat olan arkadaşı herkese onun deli olduğuna inandırmış böylelikle hapse değil hastaneye yatmıştı. Ama onu burda da rahat bırakmayacaklardı, emindi buna.
Tüm bunlar olmadan önce karısını kaçırıp onu tehdit etmişlerdi. Yavuz annesinin bir yakınını ziyarete gittiğini zannediyordu. Birşeyden şüphelenmesin diye ara ara ana oğulun telefonda konuşmalarına izin veriyorlardı. Ömer Bayraktar mahkum edildikten sonra Gülümseri bırakacaklarını söylemişlerdi. Telefonda onlara yalvarmıştı:
- İstediğinizi yaptım, bırakın artık karımı.
- Ömerin ailesine ağzından birşey kaçırdıysan karının ölüsünü görürsün.
- Hayır!
- O zaman merak etme, karın yakında eve dönecek.

Dönmüştü evet. Birkaç gün birbirlerine kavuşmanın sevinciyle mutlu yaşamışlardı. Ama Ömer Bayraktarın hapiste öldürüldüğünü duyduktan sonra vicdan azabıyla boğuşmuşlardı. Gülümser Adil beye herşeyi yargıya anlatması için ısrar ediyordu:
- Sen yapmazsan ben yaparım Adil! Göz göre göre suçsuz bir insan mahkum edilip öldürüldü, bir çocuk babasız kaldı. Bu bizde olabilirdik.
- Anlamıyorsun! Benim gibi bir savcıyı dize getiren adam onu ihbar ettiğimi öğrendiğinde neler
yapabilir düşünebiliyor musun? Kendim için değil sizin için korkuyorum.
- Hep bu korkuyla mı yaşayacaksın? Adaleti sağlayamadıktan sonra savcı olmanın ne anlamı var? Zulme seyirci kalmak seni o suça ortak etmez mi?
- Bu konuda sessiz kalmayacağım merak etme. Çok dikkatli hareket etmem lazım.

Yanlış ilaç imal ederek insan sağlığıyla oynamak, tehdit ve cinayet suçlarından Tufan Aral'ın mahkum olmasını sağlayacak tüm delilleri topladı. Herşeyi bir çantanın içine koydu. Akşam üstü kanıtları adalete teslim ettikten sonra ailesini güvenli bir yere yerleştirecekti. Odasından çıktığı vakit mesai arkadaşlarından biri onu lafa tuttu, biryerlerde birşeyler içmek için ısrar etti:
- Çok önemli, konuşacaklarım var.

Çok kısa oturacağım diyerek davetini kabul etti. Birşeyler yiyip içtiler ve devamı:
- Bu çanta da neler olduğunu biliyorum. Çok yanlış birşey yapmak üzeresin Adil. Yapma!
- Nerden biliyorsun?
- Önemi yok. Hayatın tehlikede. Sadece seninde değil, karın ve çocuğunun da. Çantayı bana ver konu burda kapansın.
- Onlar için mi çalışıyorsun?
- Hayır, sadece senin iyiliğini istiyorum. Bana çok yardımın dokundu.
- Sana inanmıyorum.

Adil bey korku ve endişeyle etrafına bakmış ve yerinden kalkmıştı. Arkadaşı yüzünde büyük bir üzüntüyle konuştu:
- Sen onları tanımıyorsun. Ömer Bayraktar için ölüm kurtuluş oldu, seni süründürürler. Ver o çantayı bana, hala kurtulma şansın var.
- Hayır!

Kalbimde NE Arıyorsun?Where stories live. Discover now