11. Bölüm

1.2K 106 23
                                    


Şu da var ki, Lowood'daki yoksunluklar, daha doğrusu güçlükler azalmaya başlamıştı; çünkü bahar geliyordu... Hatta gelmişti bile. Kışın kırağıları çözülmüş, karları erimiş, keskin rüzgârları yumuşamıştı. Ocak ayının keskin ayazında buz kesip şişen zavallı ayaklarım, nisanın tatlı soluklarıyla eski durumuna dönmüştü. Sabahlar, geceler kutupları andıran soğuklarıyla damarlarımızdaki kanı dondurmuyordu artık. Bahçedeki oyun saatine daha kolay dayanabiliyorduk, hatta kimi güneşli günlerde dışarı çıkmak kıvanç bile veriyor, içimizi açıyordu. O boz renkli çiçek tarhları üzerinde beliren, her geçen gün biraz daha artan yeşilliklere baktıkça insana öyle geliyordu ki geceleri Umut bu bahçede dolaşmakta, her gün biraz daha parlak izler bırakmaktadır. Yaprakların arasından çiçekler başlarını uzatmışlardı: kardelenler, çiğdemler, çuha çiçekleri, altın gözlü hercaimenekşeler. Perşembe günleri (öğleden sonraları tatil olduğumuz için), şimdi yürüyüşlere çıkıyor, yol boyundaki çitlerin arasında daha bile güzel çiçekler buluyorduk.

Sonra, okul bahçesinin yüksek dikenli duvarlarının ardında da, ancak ufukların sınırladığı büyük bir doyum, bir mutluluk kaynağı keşfetmiştim. Derin bir vadiyi çeviren soylu duruşlu, yeşillikli, gölgeli dağlar, cilalı kara taşlar üzerinden parıl parıl akan, duru bir dere. Kış mevsiminin kurşundan dökülmüşe benzeyen göğü altında, dondan katılaşmış, karlarla kefenlenmiş olarak gördüğüm zaman bu manzara gözüme nasıl bambaşka görünmüştü! O zaman bu mor tepeler arasında, gündoğusu rüzgârlarının dalgalandırdığı ölüm kadar soğuk sisler dolaşır, yamaçlardan aşağı yuvarlanarak sonunda derenin üzerindeki buzlu buğulara karışırdı. Dere de taşmış, kabarmış, kudurmuş gibi ormanı ikiye böler, gökyüzünü çağıltılı bir sesle doldururdu. Deli gibi yağan yağmurun, savrulan tipinin uğultusu da çok zaman bu çağıltıya karışırdı. Ormansa, kışın sıra sıra iskeletlerden ibaret kalırdı.

Nisan ilerleyerek mayısa vardı... Parlak, dingin bir mayıs. Mavi gök, ılık güneş, batıdan, güneyden esen tatlı rüzgârlar ay sonuna kadar sürdü. Bitkiler iyiden iyiye fışkırmıştı şimdi. Lowood Koruluğu saçlarını çözüp saçmış gibi her şey çiçeklere, yeşilliğe boğuldu. Ulu karaağaçların, dışbudakların, meşelerin iskeletleri büyük bir görkemle can buldu. Her yerden fundalar, fidanlar fışkırdı, köşe bucaklar binbir çeşit yosunla kaplandı, yabani çuhaçiçekleri yerlerde acayip güneşler gibi açtı, yayıldı. Bu çiçeklerin soluk sarı yapraklarının, kuytu, gölge köşelerde ışık gibi yandığını görüyordum. Fırsat buldukça da doya doya içime sindiriyordum doğanın bu güzelliğini... Gözlerden uzak, özgür, yalnız... Çünkü okul yaşantısında görülmedik, alışılmadık bir şey olan bu özgürlüğün, sefanın bir nedeni vardı, ki şimdi sıra bunu anlatmaya geliyor.

Dere kıyısındaki bu ormanlık, tepelik vadiyi size anlattığım zaman hoşunuza gitti, değil mi? Güzel bir yerdi, buna kuşku yok... Ama, sağlığa uygun bir yer olup olmayışı ayrı bir sorun.

Lowood'un içinde kurulmuş olduğu ormanlık vadi çok zaman bir rutubet yatağıydı. Rutubetin doğurduğu bir sürü musibet, baharda havanın ısınmasıyla Kimsesizler Yuvası'na sızmaya başladı. Sislerin nemli soluğuyla içeri üflenen tifüs, tıklım tıklım dolu olan yatakhaneyle dersliği sarmış, daha mayıs ayı gelmeden okulun bir bölümünü hastane haline getirmişti.

Hep yarı aç gezmek, bakımsızlık, savsaklanmış soğuk algınlıkları Lowood öğrencilerinin çoğunu zayıf bırakarak mikrop kapmalarını kolaylaştırmıştı. Seksen kızdan kırk beşi aynı zamanda yatağa düştü. Böylece sınıflar parçalandı, disiplin gevşedi. Sağlık durumları iyi olan bir avuç kıza şimdi hemen hemen sınırsız bir özgürlük tanınmıştı; çünkü doktor açık havanın, sürekli hareketin çok gerekli olduğunda diretiyordu. Zaten çocuklarla ilgilenip meşgul olmaya kimsenin zamanı yoktu ki! Miss Temple kendini tümden hastalara vermişti. Koğuştan dışarıya ancak geceden geceye, birkaç saat dinlenebilmek için çıkıyordu. Kendilerini bu mikrop yuvasından çekip alabilecek akrabaları, yakınları bulunan talihli kızların eşyalarının hazırlanması da öğretmenlerin çoğu vaktini alıyordu. Birçok kız, hastalıkları iyice ilerlemiş olduğu için evlerine ancak ölmek üzere gidiyorlardı. Birçokları okulda ölüyor, sessiz, sedasız, çabucak gömülüyorlardı. Çünkü tifüsten ölenleri bekletmeye gelmiyordu.

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin