29. Bölüm

901 86 33
                                    


Gene koştum; içi, kenarları kürk olan kocaman pelerini alarak yukarıya getirdim. Mr. Rochester yorulmak bilmiyordu.

"Senin yapacağın başka bir iş daha var, Jane," dedi. "Gene benim odaya koşacaksın. Ayağında kadife terlik oluşu ne iyi! Bu sırada tüy gibi sessiz bir ulak gerek bana! Tuvalet masamın orta çekmecesini açıp oradaki küçük cam tüple kadehi getireceksin. Ama çabuk!"

Ben gene koştum, gene istenilenleri alıp getirdim. "Güzel! Şimdi, doktor bey, izin verirseniz her türlü sorumluluğu üzerime alarak, hastaya kendi ilacımdan vereceğim. Bu kalp ilacını bana Roma'da, bir İtalyan şarlatan satmıştı. Öyle rastgele kullanılacak bir şey değil, ama yerinde, zamanında birebirdir. Örneğin şimdi. Jane... Biraz su, lütfen."

Kadehi bana uzattı; ben de yarı yarıya su doldurdum. "Tamam. Şimdi de tüpün ağzını ıslat." Islattım. Tüpün içindeki kızıl renkli sıvıdan kadehe on iki damla damlattı, sonra kadehi Mason'a uzattı. "İç bakalım, Richard. Bu iksir sana birkaç saat için yürek verecek ki bu da sende olmayan bir şey!"

"Ama zararlı bir şey olmasın? Tahriş falan etmesin sakın?"

"İç be adam! İç şunu! İç!"

Mason buyruğa boyun eğdi; çünkü karşı gelmenin boş olduğu belliydi. Adamcağız artık giyinmişti. Benzi hâlâ kül gibiyse de kan revan içinde değildi artık. Mr. Rochester onun ilacı içtikten sonra üç dakika kadar oturmasına izin verdi. Sonra koluna girdi: "Şimdi artık ayağa kalkabileceğine kalıbımı basarım. Bir dene bakalım." Yaralı adam ayağa kalktı. "Carter, öbür koluna da sen gir şunun. Kalbini ferah tut, Richard. Moralini bozma. Yürü bakayım... Aferin sana!"

Mason, "Sahiden daha iyiceyim," dedi.

"Ben dedim sana. Şimdi, Jane, sen bizim önümüzden şöyle bir arka merdivene doğru seyirt, bakayım. Yan sofanın kapısını aç. Avluda bir fayton göreceksin. Belki de avlunun hemen dışında bekliyordur; çünkü sessiz gelmesini söylemiştim. Bu faytonun sürücüsüne söyle, hazır olsun, geliyoruz. Ha, Jane, ortalıkta birileri varsa merdiven başına gel, şöyle bir öksür."

Bu arada saat beşe gelmişti; güneş doğmak üzereydi. Ama mutfak hâlâ sessiz, karanlıktı. Yan sofanın kapısı sürmelenmişti, elimden geldiği kadar sessizce açtım. Avlu da sessizlik içindeydi, ama kapılar ardına kadar açık duruyordu; kapı önünde de, atlarıyla, sürücüsüyle hazır bekleyen bir araba vardı. Gidip arabacıya beylerin gelmek üzere olduğunu söyledim. "Peki" gibilerden baş salladı. Dört bir yanı dikkatle gözden geçirdim, dinledim. Her tarafta sabah saatinin sessiz dinginliği mışıl mışıldı. Hizmetçi bölümünün pencerelerindeki perdeler daha açılmamıştı. Çiçeklerle bembeyaz kesilmiş meyve ağaçlarının avlu duvarından sarkan çelenk çelenk dalları arasında minicik kuşlar yeni yeni cıvıldaşmaya başlıyorlardı. Ahırdan arada bir atların yeri teptikleri duyuluyordu. Başkaca ses seda yoktu. Şimdi beyler de görünmüştü. Bir koluna Mr. Rochester'ın, öbür koluna da doktorun girmiş olduğu Mason oldukça rahat yürür gibiydi. Onların yardımıyla arabaya bindi, Carter da arkasından.

Mr. Rochester doktora, "İyi bak hastamıza," diye sıkıladı. "Tam iyileşinceye kadar evinde alıkoy. Birkaç güne kadar gelir yoklarım onu. Richard, nasılsın bakalım?"

"Temiz hava beni canlandırdı sanki."

"Carter, şu pencereyi açık bırak. Nasıl olsa rüzgâr falan yok. Haydi bakalım, güle güle, Richard."

"Rochester..."

"Evet? Ne istiyorsun?"

"Ona iyi bak, Rochester. Kimse incitmesin onu. Sakın..." Mason burada hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin