28. Bölüm

932 86 2
                                    


Her zaman hem perdeleri, hem de güneşliği örter, öyle yatarım, o gece unutmuşum. Dolunay bütün parlaklığıyla yükselip (güzel, açık bir geceydi), penceremin karşısına gelince, o şahane bakışları beni uyandırdı. Gecenin bugeç saatinde uyanıp gözlerimi açınca ayın billur gibi duru, gümüşi beyaz tekerleğini gördüm karşımda. Güzeldi, ama yabancı bir dünyanın ayı gibiydi. Yatağımda yarı doğruldum, güneşliği indirmek için elimi uzattım.

Tanrım! O ne haykırıştı öyle!

Thornfield Malikânesi'ni bir boydan bir boya dolaşan yabanıl, keskin, tiz bir bağırış gecenin bütün sessizliğini, durgunluğunu ikiye böldü sanki.

Nabzım durmuş, yüreğim atmaz olmuş, uzanan kolum tutularak havada kalakalmıştı. Çığlık duyulmaz oldu, sonra sessizlik... Zaten bu korkunç çığlığı atan yaratığın iki kez üst üste haykırmasına olanak yoktu: En ıssız dağ başındaki en müthiş canavarın boğazından bile böyle bir haykırış arka arkaya iki kez kopamazdı! Bu biçim bağıran yaratığın, bir daha bağırabilmek için bir süre dinlenmesi gerekirdi!

Üçüncü kattan yükselmişti bu çığlık... Yukarıdan gelmişti. Orada –evet, benim odamın hemen üzerinde– şimdi bir boğuşma olduğunu duyuyordum. Çıkan seslere bakılırsa kıyasıya bir boğuşmaydı bu. Yarı boğuk bir ses, çabuk çabuk, "İmdat! İmdat! İmdat!" diye bağırdı.

"Gelen yok mu?" Tavandan gelen patırtılar bu arada boğuşmanın bütün korkunçluğuyla sürüp gittiğini belli ediyordu: "Rochester! Rochester! Tanrı aşkına gel!"

Bir oda kapısı açıldı. Koridorda ayak sesleri koşuştu... Daha doğrusu uçtu. Yukarıdaki patırtılara bir üçüncü kişinin ayak sesi eklendi. Bir şey düştü yere, sonra bir sessizlik. Dehşetten elim ayağım titrerken, gene de bir şeyler geçirdim sırtıma, dışarı çıktım. Herkes uyanmış, her odadan korku, şaşkınlık sesleri geliyordu. Kapılar birer birer açılmaya, kafalar dışarı uzanmaya başladı. Sonra koridor ürkmüş, meraklanmış konuklarla doldu. Beyler gibi hanımlar da yataklarından çıkıp dışarı uğramışlardı. Dört bir yandan: "Ah, neydi o?.. Kim yaralandı?.. Ne oldu?.. Bir ışık yaksanıza!.. Yangın mı var?.. Eşkıya mı bastı?.. Nereye kaçsak?.." çığlıkları birbirine karışıyordu. Ay ışığı olmasa zifirî karanlıkta kalacaktık. Herkes ne yaptığını bilmeden öteye beriye koşuyordu. Kimisi de birbirine sokuluyordu. Sendeleyenler, ağlayanlar... Bir ana baba günü!..

Bir ara Albay Dent, "Rochester hangi cehennemde?" diye bağırdı. "Yatağında bulamıyorum."

Buna karşılık efendimin, "Geliyorum! Geliyorum!" diyen sesi duyuldu. "Sakin olun. Durun biraz!"

Balkonlu koridorun kapısı açılarak, içeriye elinde bir şamdanla Mr. Rochester girdi. Yukarı kattan geliyordu. Hanımlardan biri koşarak onun koluna sarıldı. Miss Ingram'dı bu.

"Çok feci bir şey oldu, sanırım," diyordu. "Ama ne? Söyleyin bize! Kötü de olsa anlatın."

Mr. Rochester, "İyi, ama beni çekiştirip boğmamanız koşuluyla!" dedi. Eshton kız kardeşler şimdi ona sarılmışlardı, iki anne Lady de, geniş sabahlıkları içinde, pupa yelken iki gemi, ona doğru yaklaşmaktaydılar.

Mr. Rochester, "Hiçbir şey yok! Hiç!" diye bağırdı. "Kuru Gürültü oyununun provasını yapıyoruz. Hanımlar, uzak durun benden, yoksa karışmam ha!"

Gerçekten de tehlikeli bir hal gelmişti üzerine; o kara gözleri ateş püskürüyordu. Belirli bir çabayla sakinleşerek, "Hizmetçilerden biri kâbus görmüş... Durum bundan ibaret!" diye anlattı. "Sinirli, kuruntulu bir kadındır. Rüyasını gerçek sanıp hortlak falan gördüğünü sanmış olacak ki korkudan krizler geçirmiş... Şimdi, çok rica ediyorum, hepiniz odalarınıza çekilip yatın; çünkü ortalık yatışmadıkça kadıncağızla meşgul olmamıza olanak yok. Beyler, bir zahmet, siz örnek olun hanımlara. Blanche Ingram, yersiz korkulara kapılmayacak kadar yiğit olduğunuzu herkese göstermekten çekinmezsiniz sanırım. Amy, Lousia, çifte kumrularım benim, hadi yuvanıza dönün artık. Hanımefendiler, sizler de bu soğuk yerde biraz daha oyalanırsanız üşütüp hasta olursunuz."

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin