38. Bölüm

909 87 26
                                    


Öğleden sonra bir saatti, başımı kaldırıp bakındım, batıya yönelmiş olan güneşin, yaldızlı bir yazıyla duvara batış haberini yazmış olduğunu görünce kendi kendime, "Ne yapayım ben şimdi?" diye sordum. Gelgelelim, kafamın buna verdiği karşılık –"Hemen Thornfield'den ayrıl!" sözleri– öyle kesin, öyle korkunçtu ki kulaklarımı tıkadım. Böyle sözlere dayanacak durumda değildim şimdi. "Şu anda Edward Rochester'ın karısı olmayışım tasalarımın en hafifi," diye iddiada bulundum. "En şahane düşlerden uyanarak bunların hepsinin bomboş olduğunu anlamak felaketine de katlanır, onu alt edebilirim, ne var ki efendimden bütün bütün, hemencecik, kesin olarak ayrılmak düşüncesi dayanılır gibi değil. Yapamam ben bunu!"

Ne var ki içimden bir ses bunu yapabileceğimi, sonunda da mutlaka yapacağımı ileri sürüyordu. Kendi kararımla savaşmaya başladım. Zayıf, iradesiz olmak istiyordum ki önümde gördüğüm şu yeni keder, acı yollarından geçmeyeyim, kaçayım. "İlle gideceksem bir başkası çekip koparsın beni ondan!" diye için için haykırdım. "Bir başkası yardım etsin bana!" "Hayır, kendi kendini sen çekip ayıracaksın, kimse sana yardım etmeyecek. Kendi elinle sağ gözünü oyacaksın. Kendi elinle sağ elini keseceksin. Kendi yüreğini kendin deşeceksin."

Böylesi amansız bir yargıca meydan veren yalnızlığın, bu denli korkunç bir sesin doldurduğu sessizliğin karşısında dehşete kapılarak birden ayağa kalktım. Kalkarken başım döndü. Heyecandan, açlıktan hasta gibi olduğumu ayrımsadım. Sabahtan beri ne bir şey yemiş, ne de içmiştim; kahvaltı bile etmiş değildim. Odama kapandığımdan beri hiç kimsenin kapıma gelip hatırımı sormadığını, beni aşağıya çağırmadığını düşündüm, içim bir tuhaf burkuldu. Ne küçük Adela kapımı tıklatmış ne Mrs. Fairfax beni aramıştı. "Düşenin dostu olmaz," diye mırıldanarak kapı sürmesini açtım, dışarı çıktım. Ayağım bir şeye takıldı. Hâlâ başım dönüyor, gözlerim kararıyor, dizlerim tutmuyordu. Kendimi tutamayıp sendeledim, yıkıldım. Yere düşmedim... Uzanan kollar beni tutmuştu. Baktım: Kapımın önündeki bir sandalyede oturmakta olan efendimdi beni tutan.

"En sonunda çıkabildin!" dedi. "Bilsen kaç zamandır seni bekliyordum, kulağım kirişte! Çıt bile duymadım, tek bir hıçkırık sesi gelmedi kulağıma. Bu ölüm sessizliği daha beş dakika uzasaydı hırsız gibi maymuncukla açacaktım kilidi... Demek benden kaçınıyorsun? Odana kapanıp bir başına yas tutuyorsun! Keşke gelip bana atsaydın tutsaydın. Ateşlisindir. Ben senin ne de olsa kıyametleri koparacağını ummuştum. Sıcak gözyaşı yağmuruna hazırlamıştım kendimi. Yalnız, bu gözyaşları benim göğsümün üstüne dökülsün istiyordum. Sen onları yastığına içirmişsin... Ya da mendilini ıslatmışsın onlarla. Hayır... Yanılıyorum. Hiç ağlamamışsın sen! Yüzün bembeyaz, gözlerinin ışığı sönmüş ama gözyaşlarının izi bile yok. Öyleyse, yüreğin kan ağladı, öyle mi?

Ne o, Jane, tek bir sitemde bile bulunmayacak mısın bana? Acı ya da acıklı sözler söylemeyecek misin? Yüreğimi paramparça edecek, tepemi attıracak tek bir iğne batırmayacak mısın bana? Seni koyduğum yerde sessiz oturuyorsun, yorgun, ölgün bakışlarla bakıyorsun bana Jane... Niyetim seni böyle yaralamak değildi hiçbir zaman. Bir insan, çocuğu gibi sevip büyüttüğü, kendi tabağından yedirip, bardağından içirdiği bir süt kuzusunun yanlışlıkla kesildiğini duysa, benim şu işlediğim yanlışlığa üzüldüğüm kadar üzülemez, bu derece içi yanamaz. Beni bağışlayabilecek misin, Jane?"

Sevgili okuyucum, onu o dakikada, hemen oracıkta bağışladım. Gözlerinde öylesine derin bir vicdan azabı, sesinde öyle gerçek bir pişmanlık, bir acıma, duruşunda öyle erkekçe bir eda vardı ki! Her halinden de öyle eksilmemiş, değişmemiş bir sevgi taşıyordu ki... Her şeyi bağışladım. Ona karşı bir şey demedim ama içimden, can evimden bağışladım onu.

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin