51. Bölüm

741 87 61
                                    


St. John ertesi gün Cambridge'e gideceğini söylemişti ama gitmedi. Yolculuğunu bütün bir hafta erteledi. İyi ama sert, vicdanlı, gene de amansız bir insanın, kendisini kızdıran birisine nasıl yaman ceza verebileceğini bu hafta süresince bana kanıtladı. Tek bir düşmanca davranışta bulunmadan, bir tek sitem, kötü söz söylemeden bana, gözden düştüğümü her an belirtmeyi başardı.

Sakın dindarlık ruhuna sığmayan bir kin güttüğü sanılmasın. Elinde her türlü olanağı olsa bile benim tek kılıma zarar gelsin istemezdi. Hem yaradılış hem de ilke bakımından, garez bağlamak, öç almak gibi şeylere burun kıvırmayan bir insandı. Onu küçük gördüğümü söylediğim için bağışlamıştı beni, ama sözlerimi unutmuş değildi; ömrümüz boyunca da unutmayacaktı. Bana her bakışında gözlerinden anlıyordum ki bu sözler onunla benim aramda havaya yazılmıştır. Ne zaman konuşsam benim sesimde yeniden bu sözleri duymaktaydı; bana her verdiği karşılığın tınısında bu sözlerin yankısı gizliydi.

Benimle konuşmazlık etmiyordu; hatta her sabah gene eskisi gibi beni çalışma masasına çağırıp ders yaptırıyordu. Görünüşte bana karşı davranışı gene aynıydı, ama eskiden davranışındaki, sözlerindeki, beni adeta büyüleyen o yakınlık yok olmuştu. Görünüşte hiç değişmemekle birlikte eski yakınlığımızı iyice ortadan yok etmekte gösterdiği ustalık onun o hınzır erkek yönüne zevk veriyordu sanırım. Ruhundaki din adamının paylaşmadığı, doğru bulmadığı bir zevk. Kısacası, bana karşı artık et, kemik olmaktan çıkmış, mermer bir heykel kesilmişti. Gözleri soğuk, parlak, ince birer mavi elmas, dili konuşan bir makineydi... O kadar!

Bütün bunlar işkenceydi benim için... Sonu gelmez bir Çin işkencesi; çünkü beni sürekli olarak için için kızdırıp tasalandırarak, diken üstünde tutarak yıkıyor, mahvediyordu. Bana öyle geliyordu ki yanılıp karısı olsam bu tertemiz ruhlu, soylu, iyi adam beni çok geçmeden, tek bir damla kanımı akıtmaksızın öldürebilirdi de onun o lekesiz vicdanına hiçbir suçluluk gölgesi düşmezdi. Bunu, özellikle, onu yatıştırmaya kalktığım zamanlarda seziyordum. Kendi üzgünlüğüme karşılık onda hiçbir üzgünlük bulamıyordum. Aramızdan kara kedi geçmesi onu hiç tasalandırmıyor, eski halimize dönmek için hiçbir özlem duymuyordu. Kaç kereler, gözlerimden ip gibi dökülen yaşlar, birlikte okuduğumuz sayfayı ıslattı, ama onun üzerinde zerrece etkisi olmadı... Sanki yüreği gerçekten taş ya da demirdi. Bu arada kız kardeşlerine karşı eskisinden daha sıcak davranıyordu. Sanki yalnız bana karşı soğuk davranması aramızdaki soğukluğu belirtmeye yetmezmiş gibi bir de çelişkinin silahını kullanıyordu. Bunu kötülüğünden değil de ilke olarak yaptığından eminim.

Cambridge'e gitmesinden önceki gece, gün batarken bahçede dolaştığını gördüm. Ona bakarken şimdi bana karşı buz gibi soğuk davranan bu adamın bir zamanlar hayatımı kurtardığını, yakın akrabam olduğunu düşündüm, onunla yeniden dost olmak için son bir çaba göstermek içimden geldi. Dışarı çıktım, küçük çit kapısına yaslanmış olduğu yere yaklaştım. Hemen konuyu açarak, "St. John, senin bana hâlâ kızgın olmana çok üzülüyorum," dedim. "N'olur, dost olalım."

Hiç istifini bozmadan, "Ben zaten dost olduğumuzu sanıyorum," dedi; ayın doğuşunu seyretmeyi sürdürdü.

"Yok, St. John, eski dostluğumuz kalmadı artık. Bunu sen de biliyorsun."

"Kalmadı mı? İşte bu kötü. Ben sana karşı hiçbir garez duymuyorum. Her zaman senin iyiliğini isterim."

"Buna inanırım, St. John; çünkü sen hiç kimsenin kötülüğünü isteyemezsin... Eminim bundan. Ama, ben senin yakın akrabanım. Düpedüz yabancılara karşı gösterdiğin iyi niyetten daha özel bir yakınlık bekliyorum senden."

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin