26. Bölüm

987 84 1
                                    


Tavırları kibardı; yalnız konuşması biraz yabancı gibi geldi bana. Yabancı ağzıyla konuşmuyordu, ama yüzde yüz İngiliz gibi de konuşmuyordu. Mr. Rochester'la yaşıt gibi görünüyordu: Otuz beş-kırk yaşlarında. Benzi pek soluktu, ama çok yakışıklı bir erkek sayılırdı... Hele ilk bakışta. Daha yakından inceleyince, insan onun yüzünde sevimsiz... Hayır, sevimsiz değil, ama gene de pek hoşa gitmeyen bir şeyler buluyordu. Yüz çizgileri düzgünse de aşırı gevşekti; gözleri iri, biçimliydi, ama ruhsuz, boş bir bakışı vardı... Daha doğrusu, bana öyle geldi.

Akşam yemeği için giyinme saatinin geldiğini bildiren çıngırak salondakileri dağıttı. Yabancıyı bundan sonra masada gördüm. Rahat bir hali vardı; yalnız yüzü şimdi daha çok sinirime dokunuyordu. Hem kararsız, hem cansız bir ifadesi vardı. Bakışları çevrede dolaşıp duruyordu, ama herhangi bir amaçla değil. Bu da ona şimdiye kadar kimsede görmediğim garip bir hava veriyordu. Yakışıklı bir adamdı, sevimsiz de değildi; öyleyken, gene de, nedense, müthiş bir tiksinti veriyordu bana. O derisi düzgün, yumurta biçimi yüzde, o çekme burunda, o al dudaklı ufacık ağızda hiçbir güç, azim ifadesi, o boş kestane rengi gözlerde de hiçbir etkileyici kişilik belirtisi yoktu.

Her zamanki köşemde, oturduğum yerden seyrediyorum onu. Şömine başındaki bir koltuğa oturmuştu, üşüyormuş gibi de koltuğu boyuna ateşe yaklaştırıp duruyordu. Şöminenin rafındaki lambaların ışığı da tam yüzüne vurmuştu. Elimde olmadan, Mr. Rochester'la karşılaştırıyordum onu. Bu iki erkeğin arasında yırtıcı bir atmacayla besili bir kaz kadar büyük bir zıtlık görüyordum. Adam Mr. Rochester'ın eski bir dostu olduğunu söylemişti. Garip bir arkadaşlık olsa gerekti bu... Tevekkeli değil, eskiler, "Zıt kutuplar birbirini çeker," demişler!

Beylerden bir ikisi de yabancının yakınında oturuyordu. Konuşmalar ara sıra kulağıma çarpıyordu. Duyduklarımı önceleri anlayamadım; çünkü daha yakınımda oturan Louisa Eshton'la Mary Ingram'ın gevezelikleri kulağıma çarpan bölük pörçük cümlelerin anlaşılmasına engel oluyordu. İkisi de onun "erkek güzeli" olduğuna karar vermişlerdi. Louisa yabancının "pek tonton" olduğunu, ona "bayıldığını" söylüyordu; Mary de onun "hokka gibi ağzıyla cici burnunu" tam kendi güzellik ölçüsüne uygun bulduğunu bildiriyordu.

Louisa, "Ya şu alnındaki soyluluğa, yüceliğe bak!" diye mırıldandı. "Ne de düzgün! Ben de, çatık alınları hiç sevmem zaten. Bu beyin bakışlarıyla gülüşleri de tatlı mı tatlı!"

Neyse ki o sırada Mr. Henry Lynn, çingenelerin konak yerine kadar yapılacak yürüyüş için bir karar vermek üzere, kızları salonun öbür ucuna çağırdı da ben de rahatladım. Dikkatimi şömine başında konuşulanlara verebilirdim artık. Çok geçmeden, yabancının soyadının Mason olduğunu, İngiltere'ye yeni ayak bastığını öğrendim. Sıcak bir ülkeden geliyormuş. Yüzünün solukluğu, ateşe sokuluşu, evin içinde bile paltosunu çıkarmayışı bundandı besbelli. Bir süre sonra kulağıma çalınan Jamaika, Kingston, Spanish Town gibi adlardan da onun Antiller'den geldiğini anladım. Mr. Rochester'la ilk kez Jamaika'da tanışıp dost olduklarını öğrenince de şaşırıp kaldım. Mr. Mason arkadaşının o ülkedeki cehennem sıcaklarını, kasırgalarını, yağmurlarını hiç sevmediğini anlatıyordu. Rochester'ın çok yer gezmiş olduğunu biliyordum. Mrs. Fairfax'ten duymuştum bunu. Yalnız, ben onun ancak Avrupa'da dolaştığını sanmıştım, kendisi de bana daha uzak yerleri gezip gördüğüne ilişkin hiçbir şey söylemiş değildi.

Bu sırada garip, beklenmedik bir olay düşüncelerimi dağıttı: Mr. Mason, birinin kapıyı açması üzerine titremeye başlamış, ocağa biraz daha kömür atılmasını istemişti. Kömürü getiren uşak, dışarı çıkarken, Mr. Eshton'ın yanında duraladı, alçak sesle bir şeyler söyledi. Ben yalnız "ihtiyar kadın", "belalı bir şey," sözlerini seçebildim.

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin