42. Bölüm

726 79 10
                                    


Ondan sonraki birkaç günün, gecenin anısı kafamda pek silik. Birtakım duygularımı anımsıyorum; ama ne düşünüyor, ne de herhangi bir harekette bulunuyordum. Küçük bir oda içinde, dar bir karyolada olduğumu biliyordum. Gövdem yatağa kaynamıştı sanki; taş gibi kımıldamadan yatıp duruyordum. Beni bu yataktan kalkmaya zorlamak öldürmekle bir olurdu. Zamanın geçişiyle, günlerin başlayıp bitişiyle ilgilenmiyordum. Odama girip çıkanları algılıyordum, ama kim olduklarını tanımıyordum. Yakınımdaysalar, konuştuklarını da anlıyordum; yalnız, sorulanlara karşılık veremiyordum. Dudaklarımı kıpırdatmak da kollarımı, bacaklarımı kımıldatmak kadar olanaksız geliyordu.

Odama en çok gelen, hizmetçi kadın Hannah idi. Onun gelişi beni tedirgin ediyordu. Benim orada oluşumdan hoşnut olmadığını, benden kuşkulandığını sezer gibiydim. Mary ile Diana da günde bir-iki kez odama geliyorlar, başucumda fısıldaşıyorlardı.

"İyi ki almışız onu içeri."

"Evet, bütün gece dışarıda kalsaydı sabaha onu kapımızın önünde ölü bulurduk. Başına neler geldi acaba?"

"Olağanüstü bir şeyler olsa gerek, zavallı, evsiz barksız, kimsesiz çocuk!"

"Konuşmasına bakılırsa cahil bir kız değil. Hem sözleri, hem de konuşması pek kibardı. Sırtından çıkan giysiler de, çamurlu, ıslak olmasına karşın, az giyilmiş, iyi şeyler."

"Tuhaf bir yüzü var. Şu erimiş, kemik kalmış haliyle bile hoşuma gidiyor. Sağlığı, canlılığı yerine geldiği zaman pek şirin, hoş olur besbelli."

İki kız kardeşin konuşmalarında, bana gösterdikleri konukseverlikten pişman olduklarını gösteren bir tek söz ya da bana karşı bir kuşku, güvensizlik ifadesi duymadım. Bu içimi rahatlatıyordu.

Mr. St. John odama ancak bir kez geldi. Bana baktı, bu bitkinliğimin uzun süren büyük bir yorgunluğa karşı bir tepki olduğunu, doktor çağırmaya gerek olmadığını, kendi haline bırakılırsa doğanın gerekli şifayı sağlayacağını söyledi. Benim bütün sinirlerimin, bünyemin bir şeyden ötürü müthiş bir gerginlik geçirmiş olduğunu tahmin ediyor, bir süre için bedensel ve duygusal yönden uyuşuk kalmam gerektiğini ileri sürüyordu. Hastalık görmüyordu bende. Bir kez ayağa kalktım mı sağlığımın çarçabuk yerine geleceği kanısındaydı. Bunları yavaş, sakin bir sesle, kısaca anlattı. Bir duralamadan sonra da duygularını, düşüncelerini pek açmaya alışık olmadığını belli eden bir ifadeyle, "Değişik, sık rastlanmayan bir yüz," dedi. "Kabalıkla, bayağılıkla hiçbir ilişiği yok."

Diana, "Tam tersi," dedi. "St. John, ne yalan söyleyeyim, bu zavallı küçüğe kanım kaynadı benim. Keşke onu sürekli olarak kanadımızın altına alabilsek."

St. John, "Bu pek olası değil," dedi. "Bak göreceksin, bu kız ana babasıyla kavga edip bir öfke ânında evden kaçan bir küçükhanım falandır. Biz belki onu ailesine geri vermeyi başarırız, küçükhanım inat etmezse. Yalnız, yüz çizgilerinde güçlü bir kişilik okunuyor; onun için, pek söz dinleyeceğini de ummuyorum." Genç adam durduğu yerden uzun uzun beni süzdü. "İnce, tatlı ama zerrece güzel değil!" diye hüküm verdi.

"Ama, St. John, öyle bitkin ki!"

"Ne olursa olsun, güzel değil. Güzellik için zorunlu olan uyum yok yüzünün çizgilerinde."

Üçüncü gün iyileşmeye başladım. Dördüncü gün artık konuşabiliyor, yatakta doğrulup dönebiliyordum. Hannah bana, galiba öğle sırasında, biraz lapayla kızarmış kuru ekmek getirmişti. Şimdiye kadar zorlukla yuttuğum her lokma bana zehir gibi gelirken bu kez yediğimin lezzetini aldım. Şimdi kendimi daha canlı, dinç buluyordum. Çok geçmeden, hareketsizliğin verdiği bir hareket isteği beni dürttü. Canım kalkmak istedi, ama sırtıma ne giyecektim? Yerlerde yatıp bataklıklarda sürünürken sırtımda olan giyeceklerimden başka bir şeyim yoktu. Bana iyilik etmiş olan ev sahiplerinin karşısına bu kılıkta çıkmaya utanırdım doğrusu. Kaygım yersizmiş meğer: Yatağımın yanındaki bir koltuğun üzerinde bütün giyeceklerim, tertemiz, kupkuru duruyordu. Siyah ipekli elbisem askıda asılıydı. Temizlenip ütülenmişti; hatta pabuçlarım, çoraplarım bile temizlenmişti. Odada leğen, ibrik, tarak ve fırça da vardı. Birkaç dakikada bir dinlenerek, sonunda yıkanıp giyinmeyi başardım. Elbiselerim üstümden sarkıyordu; çünkü iğne ipliğe dönmüştüm. Omzuma bir şal sarınca bu kusurlar da gizlendi. Oldum olası pasaklılıktan, pislikten nefret etmiş, bunların insanı alçalttığına inanmışımdır. Şimdi artık gene eski temiz, mum gibi düzgün kılığıma bürünmüş olarak, taş merdivenin tırabzanına tutuna tutuna aşağı indim. Basık tavanlı, dar bir koridordan geçerek sonunda mutfağı buldum.

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin