kedi tırmıkları ve vişne çekirdekleri

7.1K 515 370
                                    

Ağlıyorum.

Daha doğrusu, sırt üstü uzanmış tavanı izliyorum ve ağustos sıcağında açık pencerelerden içeri dolan poğaça kokusuyla ağlıyorum.

Saat sabah altı suları, her sabah saat altı sularında ağlarım. Bazen beşte uyanır ve o zaman ağlarım, saatin önemi yok önemli olan ağlamak. Bir şeyi yirmi bir gün yaparsan alışkanlık olur derler ya, çok çok üzgün olduğum yirmi bir gün boyunca yanlışlıkla uykumdan uyanıp ağlamışım gece güne dönene kadar. Ağlamışım diyorum, hatırlamıyor gibi yapınca sahiden de unutacağıma inanıyorum bazı şeyleri.

Sağ kolumda boydan boya kabarık kırmızı bir iz var, kedi tırmığı.

Neden ağlıyorsun Sehun,diyorum. Söyle neyin var?

Kedi tırmaladı çok fena. Baksana ne kadar acıyor.

Parmaklarımla dokunuyorum başladığı yerden, pütür pütür deriyi hissediyorum,hoşuma gidiyor. Kedi tırmıkları beni her zaman mutlu etmiştir,gülümsüyorum.

Kedi tırmığı ağlatıyor şu an beni,diyorum. Kedi tırmıkları beni hep ağlatır, bilmiyorsun sanki Sehun.

Sabahın altısındaki poğaça kokusu, kedi tırmıkları, vişne çekirdekleri ve bir saksağanın ağzını her açıp kapatışı beni ağlatan şeyler listesinde başı çekiyor.

Öylece uzanıyorum tavanı izlemeye devam ederken. Birkaç saat geçiyor ya da birkaç dakika. Öteki odadan ev arkadaşım, aslında tek arkadaşım, Jongdae'nin alarmı çalıyor. Tam iki dakika sonra kapımda beliriyor, yüzünü bile yıkamamış. Sahte bir heyecanla, "Hadi." diyor. "Hadi kahvaltı yapmaya gidelim."

Yerimden kıpırdamıyorum. "İstemiyorum. Depresyondayım elleme beni."

Kapıdan kafasını sokuyor içeriye. Daha sonra ayaklarını sürükleyerek tam dibime geliyor ve pat diye yanıma oturuyor.

Pat.

"Sen doğduğundan beri depresyondasın zannımca."

"Öyleyim."diyorum. "Ama matah bir şey diye değil, haklı nedenlerim var."

Kedi tırmıkları doluyor gözlerimin önüne. Bir sürü, bir sürü kedi tırmığı. Vişne çekirdekleri üzerinde bile, çizik çizik.

"Üzgünüm sen gidiyorsun diye." Parmakları pütür pütür oluyor, kabarık kırmızı izin üzerinden geçiyor. "Seviyorum seni."diye ekliyorum. "Keşke gitmesen."

"Ağlatacaksın beni, araba çarpmış gibi oldum."

Jongdae'yi de mütemadiyen benim sözlerim ağlatır. Çok seviyorum onu, bu dünyada en sevdiğim ikinci kişi olur kendisi. O da beni çok seviyor, ama nasıl sevmek. Vişne çekirdeklerini bile ayıklıyor benim için.

Bir şey demiyorum, bir kez daha gitme dersem belki gitmez ama demiyorum. Alt tarafı bir buçuk ay,zar zor buldu bu bursu, gitmese içinde kalacak.

İçinde kalan şeylerin tohumlarını atan kişi olmak istemiyorum, bir gün bir başkası yapar benim yerime, sular da. İçinde kalmak ister Jongdae'nin.

Benim içimdeki içimde kalmak istemedi, nasıl oldu ben de anlamadım. Öldüremedim de sonra,kaldı öylece. Kocaman oldu kocaman selvi ağacı gibi, ben hiç ağaç kesmedim.

"Alt tarafı bir buçuk aycık canım."diyor. O da üzülüyor aslında benden gideceği için. Odasını da özleyecek,dolabına yapıştırdığım çıkartmaları da.

Jongdae psikoloji okuyor,neredeyse dört senedir birbirimizden hiç ayrılmadık,hırpalanmış beni yağmurlu bir günde yaka paça evine soktuğu günden beri yani. Aynı yaştayız ama bana küçük kardeşi gibi davranmaktan çok hoşlanıyor.

Aynı adı taşıdığım kardeşi sekiz yaşındayken bir araba kazasında öldüğünden beri ilk kez birine abi şefkati gösteriyor ama evimizde bu konu hiç konuşulmuyor.

"Yeni çocuk geliyor bugün." diyor ben ona cevap vermeyince. Evimize üçüncü kiracı olarak gelecek kişiden bahsediyor. Omuz silkiyorum,pek umrumda değil açıkçası.

"Senin gözün tuttuysa benim için sorun değil."

Kirayı üçe bölecek olmamız beni mutlu ediyor fakat bir buçuk ay boyunca Jongdae olmadan bir başkasıyla aynı evi paylaşmak istemiyorum.

"Yaz okuluna kalmış o yüzden şimdiden geliyor. Yoksa okullar açılana kadar tektin, iyi oldu bak yalnız kalmayacaksın."

Sonra beni giyinmem için yalnız bırakıyor, illa ki dışarıda kahvaltı etmek zorundaymışız.

"İki gündür yemek yemiyorsun, gözümden kaçmadı." Dudaklarını sımsıkı yapmış, gözlerini kısarak bana bakıyor. Böyle baktığı her sefer kendini korkutucu olduğuna inandırıyor ama yanaklarını sıkasım geliyor benim.

"Yoğurt yiyorum ya,meyveli yoğurt."

"Yemek sayılmaz o." Bu sefer uzaklara bakıyor, ne düşündüğünü biliyorum.

"Tamam."diyorum. "Tamam yiyorum bak." Fransız tostumdan bir ısırık alıyorum zevkle yiyormuşum gibi davranarak. Ama hava çok sıcak ve sıcak havalarda yemek yiyesim gelmiyor.

Jongdae beni her gün arayacağını söylüyor. Mümkün olmadığını ikimiz de biliyoruz ama çıt çıkmıyor meyve sularımızı içerken.

"Sen eve dönünceye kadar gelir yeni kiracı. Çok şaşırma." Yabancılardan hoşlanmadığımı biliyor,eskiden o da benim için bir yabancıydı. Bunun farkındalığıyla susuyorum.

Akşam evde buluşacakmışız gibi ayrılıyoruz fakat arkamı döner dönmez bir gözyaşı bırakıveriyorum. Demek ki Jongdae'nin yokluğu da ağlatıyor beni.

Amma abarttın,diyeceksin şimdi. Bu kadar da sulugöz olunmaz. Ayrıca bir buçuk aycık sadece. Orası öyle. Ama bilmiyorsun ki ikimiz neleri atlattık dört senede.

Neleri atlattığımızı anlatamam,bir de bunun için ağlamaya başlarım çünkü ve susmam sonra. Oysa gitmem gereken bir işim var.

Çoktan akşam oluyor,işler o kadar yoğun ki bir kere bile başımı kaldırıp saate bakamıyorum. Jongdae çoktan uçaktan inmiş olmalı, eve gidince onu arayacağımı aklıma not ediyorum.

Ama kapıyı açtığımda çok garip bir şey oluyor, saat akşamın sekizi ve bir çocuk elinde mısır gevreği kasesiyle mutfaktan çıkıyor.

Binanın tepesine çıkmak istiyorum tam şu an.

Benimle göz göze gelince kaseye daldırdığı kaşığı geri bırakıyor, uzun bir süre, birkaç salise öyle kalıyoruz sonra kaşlarını çatarak şaşkınlıkla şey diyor:

"Yanağın kanıyor."

Elim benden habersiz yanağımı buluyor. Kana bakıyorum. "Önemli bir şey değil."diyorum. "Önemli bir şey değil, maymun ısırdı."

Gördüğüm her binanın tepesine çıkmama neden olan çocuk hayatında ilk defa maymun tarafından ısırılmış birini görse gerek, ne diyeceğini şaşırıyor.

"Ben Kim Jongin fakat önce yarana pansuman yapalım."

binanın tepesi | sekaiWhere stories live. Discover now