kelebekler seni öpsün, sen de beni

1.6K 297 130
                                    

Jongin beni banyoda buluyor iki saat sonra. Onu yanımda yere eğilmiş görünce irkiliyorum, yaslandığım duvardan daha da geri gitmeye çalışıyorum. Ağzında sigarası ellerini bana uzatıyor, bir anlığına kafamı sallıyorum. Sonra sigara gitmiş oluyor.

"Burnun kanamış." Telaşla konuşuyor koltukaltlarımdan tutup beni kaldırmaya çalışırken. "Niye beni uyandırmadın?" Kızıyor da. Ellerime bakıyorum, hiç kan yok. Mavi paspasta minik kırmızı lekeler var ama. Tüh, diyorum. Elimin tersiyle burnuma dokunuyorum, pütür pütür kurumuş kanlar dökülüyor.

"Bırak."diyor beni lavaboya sürüklerken. Başımı yavaşça yere eğiyor, musluğu açıp yüzümü yıkıyor. İğrenmiyor da. Ben olsam iğrenirdim ama kanlı kanlı. Ona tutunmak istemiyorum bu yüzden ellerimle lavabonun kenarlarını sıkıyorum. Burnuma sular kaçıyor, nefes almayı bırakıyorum. Artık titremiyorum, buzlar da erimiş.

"Ne oldu?" diye soruyor havluyla ıslak yüzümü silerken. "Niye beni uyandırmadın?" Sorusunu yineliyor.

"Çünkü uyuyordun."

"Uykum senin sağlığından önemli değil ama." Kaşlarını çatarak söylüyor, belimden tutarak beni odama götürmeye çalışıyor. Masalları masanın üzerine koymuş. Keşke onları uyandırmasaydı.

"Bitki çayı yapacağım." Yatağa uzanıyorum, örtüm top top olmuş, kucağıma çekiyorum. "Hava sıcak." diyorum. "Sıcak havalarda sıcak çay içmem ben."

"Üfleyerek içersin."

"Üfleyerek de içmem." Neredeyse sesim çıkmıyor ama onunla tartışmaya devam ediyorum.

"Jongdae'yi ararım ben de." diyor. Ondan tarafa dönüyorum elimdeki örtüyle birlikte. 

"O zaman içerim." Beni tehdit etmesine göz yumuyorum çünkü Jongdae bu olayı öğrenirse hemencecik yanıma geliverir, beni küçük kardeşi olarak görüyor derken yalan söylemiyordum cidden.

Jongin on dakika sonra elinde sıcak bitki çayı ve poğaçalarla geliyor, kapının açılıp kapandığını bile duymadım ama aşağıya inmiş işte.

"Yemek istemiyorum Ama çay içerim tek." diyorum ama kollarını bağlayıp tek kaşını kaldırmaya çalışıyor ve karşımda öylece durmuş bana bakıyor. Birkaç lokma yiyorum zorlukla, gözleri bileklerimde oyalanıyor ama ses etmiyor. Poğaçalar değil ama çay bitiyor ve uyumak istediğimi söylüyorum. Böylece sabah altı kahvaltımızı beni izleyerek geçiriyor.

Tabağı ve bardağı mutfağa götürürken bacaklarımı kendime çekip uzanıyorum tekrar ve gözlerimi kapatıyorum. Saatlerce soğuk fayansların üzerinde kıvrılarak uyumuş olmak hala sırtımı ağrıtıyor. Muhtemelen önümüzdeki üç gün boyunca da ağrısı devam edecek. Jongin odama gelip bana sesleniyor ama uyuyormuş gibi yapıyorum, onunla konuşmak istemiyorum. Sonra gerçekten uyuyakalıyorum.

Anca telefonun sesine uyanıyorum ve gözlerimi açtığım zaman güneşi tenimde oynarken buluyorum. Güneş,odama öğleden sonra geliyor ve bu da saatlerce uyumuşum demek oluyor sıcak havaya rağmen. Ellerime dolanan örtüden kurtuluyorum, doğruluyorum ve orada, masalların yanı başında, çalmaya devam eden telefonuma uzanıyorum. Kitaplarla bakışıyorum. Dün gece dokunarak sevdiğim karakterler canlanıyor sanki gözlerimin önünde. Hansel ve Gratel'in şekerleri kitabın içinden çıkıp odamın ortasına pat diye düşüyor. Elimi uzatıyorum çünkü şeker yemek istiyorum ama zehirli bir şeye dokunmuşum gibi kendime sarıyorum uzattığım elimi. Hatta dokunduğum yerler yanıyor gözüme soğan kaçmış gibi. Çünkü şeker yiyemem.

"Neden beni hiç aramıyorsun?" Diye sitem ediyorum telefonu kulağıma götürdüğüm zaman.

Sorumu duymamış gibi davranıyor.

binanın tepesi | sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin