bir yunustum taiji'de

2.1K 311 125
                                    

Bir fırtına kuşunu sevmeliydim seveceğime seni;
Hiç değilse baharda göğü şenlendirir gelirdi.
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.
Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.

-sylvia plath

Jongin Taiji'ye giden küçük bir gemide yolcuydu ve ben bir salak gibi, gibi değil bir salak olarak, kimdir, necidir düşünmeden başımı sudan dışarı çıkarıp kendime nefes molası verdiğim anlardan birinde ilk görüşte, belki ikinci ya da üçüncü görüşte ki bunun hiçbir önemi yok, ona tutulan bir yunustum. Richard O'Barry görse karnımdan iteleye iteleye o rotadan çıkarırdı. Belki çıkardım belki çıkmazdım ama güvertedeki bedeni kaybolana kadar kikir kikir gülümseyerek onu izlerdim. Sonra da tekrar yola koyulurdum, suya karışırdım, havaya karışırdım hatta yağmur olup toprağa bile karışırdım ama yine de gittiği yolu bulurdum. Hep bulmuştum çünkü hani yunustum ya.

Ariel değildim, zaten Jongin de Eric değildi. Uğruna köpük köpük oldum ama, kırmızı köpük.

Jongin, o sene eylül ve mart ayları arasında çalışmak için kasabaya gelmişti. Ona aşık olduğumda bunu bilmiyordum, öğrendiğimde iş işten geçmişti. Yarı yolda öğrenmiş olsam da yine iş işten geçmiş olacaktı, birine aşık olduktan sonra her zaman böyle olurdu çünkü. İş işten geçmiş olurdu.

Tekrar söylememe gerek var mı bilmiyorum ama salağın önde gideniydim. Ha bir de, herkes mutluyum sanardı. Kötü haber, hala salağın tekiyim. İyi haber, kimse mutlu olduğumu sanmıyor.

Kırmızı köpük olduğumu söylemiştim, çok güzel kırmızı köpük oldum. Yüzgeçlerimi birbirine çırparken suyun yüzeyine fırlayıp son defa Jongin'i görmeye çalıştım. Son defa olduğunu biliyordum çünkü az önce zıpkınla vurulmuştum kuyruğumun üzerinden. Bence kan kırmızısı değildi sulara dökülen renk, taiji kırmızısıydı.

Aşağıda anneler yavrularını, yavrular da annelerini arıyordu. Kaçamıyorlardı çünkü dün hepimiz suyun altına gönderdikleri borulardan gelen çekiç seslerinden uzaklaşmaya çalışırken hiç bilmediğimiz bir yere sürüklenmiştik. Ağlarla etrafımızı kuşattılar, diğerleri kaçmaya çalıştı ama ben Jongin'i görmek için bekledim. En sevdiğim masal Küçük Denizkızı bile değildi, daha kötüsü en sevdiğim bir masal yoktu.

O gün Jongin'e aşık olmanın bedelini yunus olarak, bir yunus için dünyanın en berbat yeri olan Taiji'de yunus olarak ödedim. En sevdiğim masalın hangisi olduğunu bile bilmeden, suya atlasa okyanusun dahi kıskanacağı bir çocuk tarafından öldürüldüm.

Eh, keşke bu kadarla kalsaydı. Jongin'le aramızda yaşananlar tam olarak anlattığım şeylere benziyor. Ama filmin sonu yok. Eğer olsaydı şu an kampüste Jongin'i bekliyor olmazdım. Staj belgelerimi teslim etmem gerekiyordu, evde yapacak hiçbir işim yoktu, en yakın arkadaşım Jongdae iki gündür telefonlarıma cevap vermiyordu ve Jongin geleceğim vakti onun ders çıkış saatine göre ayarlamamı söylemişti.

Ben de fakültedeki işlerimi halletmiş, tembelce süs havuzunun kenarına yatıp sudaki balıkları izleyen Jack'le dertleşmiştim.

"Senin yüzünden geldi bunlar başıma." Diye kızmıştım çünkü gerçekten de öyleydi. "Sen olmasaydın Jongin'i tanımayacaktım, aşık da olmayacaktım. Şimdi seni şu suya atsam vicdan azabı bile çekmem." Oralı bile olmadı. Baygın baygın yerde uzanmaya devam etti.

Sonra ona bu denli kötü laflar ettiğim için özür diledim. Çünkü Jack'i çok seviyordum, dünya üzerinde en sevdiğim kedi oydu. Yanından ayrılıp kampüsün daha önce hiç gitmediğim, ama bilerek ama bilmeyerek hiç gitmediğim yoluna saptım, Jongin'in yürüdüğü yola.

binanın tepesi | sekaiWhere stories live. Discover now