acı, bir saksağanın sesinde saklıdır

1.4K 221 110
                                    

Acı bazen aniden gelir. Ellerini kendine siper edersin ama çoktan bedeninde yer edinmiştir. Bağırabildiğin zaman bağırırsın, belki hiç sesin çıkmaz çünkü dudaklarını oynatacak kadar bile gücün kalmamıştır. Bağırabildiğin zaman bağırırsın. Ama değişen hiçbir şey olmaz çünkü acı senin içindedir. 

Zehirlendiğin zaman yoğurt ye, der büyükler. Bana da Jongdae der bunu. Kaşık kaşık yoğurt yedirir kimi zaman çünkü midemin temizleneceğini düşünür. Jongdae midemin içinde beni öldüren bir solucan olduğunu da düşünür. Günlüğünde okudum, pembe kapaklı olanın otuz ikinci sayfasında aynen bu şekilde yazıyor.

"Bence böğürtlenimin midesinde onu öldüren kocaman bir solucan var ve yoğurtlar hiçbir işe yaramıyor."

Solucanlar, tırtıllar, elma kurtları. Hepsinden de renkli renkli ama. Hepsinden de renkli renkli hepsinden de ne kadar çok var benim içimde.

Acı bazen hep oradadır. Bir gökkuşağının tepesinde, bir kedinin kırmızı kalp ve yeşil kareli kuru mama yerken çıkardığı seslerin içinde bile asılı kalabilir. Bazen de bir saksağanın sesinde saklıdır.

"Şu karşıdaki apartmanların yerinde eskiden gecekondular vardı." demiştim Jongin'e yetimhaneye gittiğimiz bir gün. Merdivenlere oturmuştuk, Jongin ceplerinden şekerler çıkarmıştı. Hava çok sıcaktı, ağustos güneşi çok sıcaktı, o zamanlar Jongin de öyleydi. "Birinde ben yaşardım."

Devamını anlatmamıştım hiçbir zaman. O da sormamıştı, sorsa anlatır mıydım bilmiyorum. Jongdae bile bilmiyordu.

Birinde ben yaşardım, birinde ben yaşardım da yaşam demeye bin şahit gerekirdi, yaşam demeye kimsenin gönlü el vermezdi çünkü yaşamak değildi aslında, kırmızı kırmızı ölmekti. Ondandır Jongin beni kanatmaya gelmediğini söylediğinde susmam.

Orada doğmuştum, o mahallede, o evde. Kimse annemi hastaneye götürmemişti, kimse annemin doğum yaptığını bile fark etmemişti. Bir nisan gününde, tahminimce güneş tepedeyken ve dünyaya geldiğim on saniye içinde baş parmağımın acısına ağlamıştım.

Üvey annem kötü biri değildi, çoğu zaman beni sevdiğini düşünürdüm. Kötü olan babamdı. Tanıdığı herkesin midesine tırtıllar sokuyor, derdim küçükken babam hakkında sorulan tüm sorulara.

"Babanın adı ne Sehun?"

"Tanıdığı herkesin midesine tırtıllar sokuyor."

"Baban ne iş yapıyor Sehun?"

"Tanıdığı herkesin midesine tırtıllar sokuyor."

"Koluna ne oldu Sehun, düştün mü?"

"Tırtıllar yaptı, parmak ucumda yürüyen tırtıllar."

Koluma ne olduğunu kimseye söylemedim, yanağıma ve dudağıma da. Gündüzleri evden kaçtım, geceleri kaçtığım için cezalandırıldım. Hiç pişman olmadım ama, hiç pişman olmadan her gün gün geceye dönene kadar salıncakları izledim.

Hiç dokunmadım, sadece bir anneye sahip olan çocuklar sallanabilir sandım, sadece zincirleri anneleri tutan çocuklar sallanabilir sandım, hiç dokunmadım.

"Biri parkta karın üzerine şerefsiz Jongin yazmış." diyerek içeri giriyor Jongdae, aynı zamanda boynundaki atkıyı çıkarıp koltuğun üzerine fırlatıyor. Bu cümleyi kurarak içeri girmemiş olsaydı ona dün gecenin hesabını sorabilirdim. Jongdae, derdim. Sahiden zengin diye seviştin mi yani tokat attığın herifle?

"Biliyorum." Koltuğun üzerinde sakince oturup elmamı kemirirken söylüyorum. "Ben yazdım çünkü."

"Hadi ordan deli." diyor pencereye koşup gördüğü şeyin varlığını bir kez daha kontrol ederken. Yüzündeki şok ifadesiyle geri dönüp pat diye yanıma oturuyor, anında dizlerini kendine çekip dedikodu moduna giriveriyor.

binanın tepesi | sekaiWhere stories live. Discover now