mavi ağaçta yetişen portakalın adı Jongin

1.7K 297 156
                                    

Jongin'i öptüm.

Jongin de beni öptü.

Bu sefer kelebek dokunuşu gibi değildi, karıncalar gözlerimde yürüdü, kaktüs dikenleri tenime saplandı ve mavi portakal ağacının dalları içime içime battı, aslında ölüyormuşum çünkü ve herkes ölürken mavi portakal ağacının dalları içine içine batarmış. İşte Jongin'in beni öpmesi böyle bir şeydi, ölmekti yani, ben de öldüm dudakları arasında, kolları arasında ve bacakları arasında. Sonra tekrar dirildim ama çünkü bir daha öptü. Sonra bir daha, bir daha ve bir daha.

Jongin beni öldürdü, Jongin beni yaşama döndürdü.

Ama hala onu özlüyorum, onu özlemiyorum.

Tek hafızamı kaybetmedim, demişti. Keşke tek hafızasını kaybetseydi ama hiç hatırlamadığı arkadaşını kaybetmişti, arkadaşlarını kaybetmişti, babasını, beni, Jongin onu iyileştirebilecek ne varsa teker teker kaybetmişti. Gerçi beni kaybettiğinden haberi yoktu, daha yeni kazandığını sanıyordu. Belki de öpüştüğümüz içindi, bunu söylerken içimi gıdıklayan çiçek tohumlarını atlayıp geçemem öylece. Ama Jongin'in bilmediği bir şey vardı ki, bizden hiçbir şey olmazdı.

Yüzüğüm onda kaldı, kendime yeni yüzükler alacağım. Geçti mi, diye sordu. Geçti, dedim o kadar öptüğü için. Hiç geçmez, diyemedim çünkü o an onun acılarını geçirmeye çalışıyordum. Geçeceğine inansın diye geçti dedim işte öylesine.

"Jongin öptü beni." Fısıldayarak konuşuyorum çünkü evde, beni duyabilir ama yaşadığım en büyük olayı Jongdae'ye anlatmak zorunda hissediyorum kendimi. Öyle bir bağırıyor ki telefonda, sesi benden daha çok çıkıyor ve ben de suratına kapatıveriyorum. Jongin'in beni öpmüş olduğu bilgisi umarım işine yarar.

Artık hayatıma Jongin'in dudaklarına bakmaktan kaçınarak devam etmeye karar veriyorum, yaklaşık yarım saat önce verdim bu kararı, Jongin'in kucağındayken. O da benim gibi düşünmüş olacak ki ben konuşurken tavanı izliyor, avizeyi izliyor, perdeleri, halıyı ve hatta çalışmayan televizyonu bile izliyor ama asla bana bakmıyor.

Toparlanmış görünüyor ama aslında ne kadar yıkılmış olduğunu biliyorum. Yıkılmış ve üzgün. Parmaklarından uzaya kadar vişne ağaçları çıkıyor ama bu sefer ağlamayacağıma söz veriyorum. İçinde Jongin'in bulunduğu tüm kötü anıları rafa kaldırıyorum, henüz banyoya gitmedim ama şu anlık rafa kaldırıyorum işte. Çünkü Jongin masum, çünkü babasını kaybetmiş. Babasını kaybetmiş birini beni üzdüğü için suçlayamam.

Keşke beni unutmasaymış ama unutması bir yandan da iyi olmuş. Bir şey canımı sıkıyor ama, böyle şakkadanak hayatıma girivermesi epey canımı sıkıyor. Boğazlı bir kazağın beni rahatsız etmesi gibi, kesmek istiyorum yeni makas alıp, mavi bir tane mümkünse. Çünkü Jongin boğazlı bir kazak olsaydı mavi renkte olurdu. Mavi de ne yakışır Jongin'e.

Bu yakınlık onu da rahatsız ediyor mu merak ediyorum, belki de beni daha önceden tanıdığını hissediyordur. O yüzden aramızdaki her şey ışık hızıyla gerçekleşmiştir, bilemiyorum ama bu durumdan memnun değilim.

"Vişneleri yiyelim o zaman biz." diyor bakışlarını sonunda benim üzerime getirebildiği zaman.

"Unutmuşum dolaptaki vişneleri." Kendime kızıyorum bu yüzden, bir insan nasıl dolabındaki vişneleri unutabilir ki, ah Sehun ah.

Odamdan telefonumun sesi geliyor, Jongdae arıyor biliyorum ama onu aradığımda ulaşamadığım günlere saysın artık bunu. Geceyarısı oturmamıza daha saatler var ama Jongin bir poşet dolusu vişneyi kocaman kaseye doldurup yıkıyor. Sonra da beni beraberinde balkona götürüyor, yine yalın ayağız. Yine korkulukların arasından bacaklarımızı uzatıyoruz ve Jongin kaseyi kendi kucağına alıyor.

binanın tepesi | sekaiWhere stories live. Discover now