#42

47.6K 3.9K 959
                                    

Pıt!

Ben seni gördüm.

Az kalsın telefonu elimden düşürecektim.

Kalbimde varlığından haberdar olmadığım gergin bir tel kopup sıcaklığı bütün vücuduma yayıldı sanki. Los Angeles'a ayak basana kadar sadece aritmiden muzdaripmişim meğer. Öyle deli gibi çarpıyordu ki kalbim o an; artık ruhumu teslim edeceğimden emin oldum. Etrafımdaki sesler çok derinlerden gelmeye, gördüğüm insanlar bulanıklaşmaya başlamıştı. 'Bayılmasam bari' diye geçirdim içimden.

Kafamı kaldırıp son bir gayret etrafımda bir tur daha dönecektim ki sıcak bir el, boştaki soğuk sol elimi tuttu; elin sahibinin gövdesi arkamdan solumdaki bavulla arama girdi. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, an itibariyle ensesine baktığım, şapkalı bir adamın peşinden bavulumla birlikte çekilmek suretiyle sürüklenmeye başladık.

Tüm bunlar toplam bir saniyeden az bir zaman içinde gerçekleşmişti. Sepet gibi kafamın üzerine bir de afallamış şaşkaloz bir sinir sistemi bindi. Beni sürükleyen adamın Jimmy olması gerekirdi. Ama onu, tek açıkta bulunan yeri olan ensesinden tanıyacak bir yakınlığımız yoktu. Önümden hızlı hızlı yürüyen tip, havaalanlarında saf kızları elinden tutup kaçıran bir adam olabilirdi pekala! Her ne kadar çoktan peşine düşmüş olsam da cılız bir tepki verebildim. "Hey!"

Arkasına dönüp bana bir bakış attığında dudakları hafifçe kıvrıldı. "Sana da hey.*" (*Hey yourself)

Şapkayı gözlerinin üzerine kadar çekmişti Jimmy. Yetmemiş gibi bir de güneş gözlüğü takmıştı.

Hafif koşturmak suretiyle yetiştim yanına. "Korkuttun beni," dedim çıkışmamaya çalışarak. Havaalanı sapığına patlayabilirdim ama Jimmy K. Simpson'a asla.

"Fazla oyalanmak istemedim, etraf çok kalabalık," dedi. Yine baktı yandan yandan. "Özür dilerim," diye de ekledi.

Fazla boy farkı yoktu aramızda. Google 1.83 m diyordu Jimmy için. Ama enine bakıldığında, beklediğimden çok daha iriydi kesinlikle.

Ve artık yan yana yürüsek de hala elimi tutuyordu. Bunu fark ettiğimde kalbimde bir tel daha koptu. "Önemli değil," diye mırıldandım.

Park yerine kadar el ele yürüdük. Hiç utanmadan uzun uzun profilini izledim. Çenesi yukarıda, omuzları dik, kendinden emin bir yürüyüşü vardı. Sakalları birkaç günlüktü. İnce mevsimlik lacivert bir mont, gri bir eşofman takım giymişti.

Birden elimi bıraktı.

Bir an dumur oldum nasıl olur da elimi bırakabilir diye ama otoparka gelmiştik kavrayamadığım kadar çabuk.

Şaşırtıcı biçimde oldukça sıradan görünen, markasını bilmediğim, metalik gri bir arabanın kapılarını açtı, bavulumu bagaja yerleştirmek üzere, bagajı araladı. Bu süreçte boş kalınca ne yapacağımı bilemedim. Bagajı kapattığında tokalaşmalı mıydık? El ele bile tutuşmuştuk gerçi. Tokalaşmak manasız kalmıştı. Peki ya sarılmamız gerekir miydi? Salak gibi sarılınmayı beklemek yerine, onu beklemeden arabanın ön yolcu koltuğuna oturdum.

Peşimden o da sürücü koltuğuna yerleşti. Yüzüme bakarken şapkasıyla üzerindeki montu arka koltuğa fırlattı. Yatık saçlarını karıştırırken kocaman gülümsedi. Kalbim hopladı. 'Yürek hoplatan yakışıklı' kavramıyla da tanışmam böyle gerçekleşmiştir. "Hadi gidelim.*" (*Let's get going then)

Allahım ne yapmıştım ben? Bana bakan adamı hiç tanımıyordum ki. "Evet..." Belli belirsiz ağzımdan çıktı gülümsemeye çalışırken.

Arabayı çalıştırdı. Yola çıktığımızda onu izlemekten alamıyordum kendimi Ya Rabbim!

Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙 (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin