#47

54.1K 4.1K 1.3K
                                    

Minik minik kayık tabakları, aynı meyhanelerdeki koca tepsilerde olduğu gibi tezgaha dizdiğimde eserimle gurur duyuyordum; Beyoğlu'nda herhangi bir meyhaneye yamak olarak alınmaya adaydım.

Tabii şaşırtıcı derecede yetenekli bir asistanım da vardı tüm bunları hazırlarken. Jimmy'yle birlikte tezgahın başında dururken, ikimiz de savaştan çıkmış gibiydik. Bir de Kızılay yardımı almış gibi! İkimizin de eşofman altı gri, tişörtü düz beyazdı. Birkaç yağ lekesi dışında yani...

"Harika görünüyor..." diye iç geçirdi Jimmy. Biz tüm mezeleri hazırlayana kadar akşam olmuştu haliyle ve öğle yemeği de yiyememiştik.

"Normalde daha çok çeşit olur ama bunlar da idare eder."

Jimmy aç gözlerle tabakları süzmeye devam etti. "Ne yapıyoruz şimdi?" (*What do we do now?)

"Şimdi düzeneği kuruyoruz.*" (*Now we prepare the setup)

Hemen yemek istediğini yüzündeki hafif hayal kırıklığından anlıyordum. "Bir düzenek mi var?" (*Is there a setup?)

Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. "Rakı içmek basit bir hadise değildir," dedim bilmiş bilmiş. (*Drinking rakı is no simple matter)

Sabrının sonuna geliyordu sanki. "Ama sonunda bunları yiyeceğiz değil mi?"

"Evet, Jimmy, yiyeceğiz." Salona bir göz attım. "Yerken ekrana yakın olalım istiyorum. Ama yemek masası biraz uzakta kalıyor."

Televizyonun hemen önündeki geniş sehpayı gösterdi. "Sehpayı kullanabiliriz istersen?"

"Ama koltuğa oturursak sehpa alçakta kalacak. Yere oturmak rahatsız eder mi seni?"

Görünen o ki umurunda değildi bu. "Yemek yiyebildiğim sürece çok umurumda olacağını sanmıyorum!"

"Tamam. Bana on dakika daha ver." Sonra Jimmy K. Simpson'a iş buyurdum. Yine. "Tabakları taşıyabilirsin bu arada. Sürahiyi de. Biraz ekmek kızartacağım ben de."

İlk posta ekmeği makineye yerleştirdikten sonra rakıyı dolaptan çıkarıp buzlu kovaya oturttum. Başka bir buz kovasına da sadece buz koydum. Mutfak dolaplarından birinde, alışık olduğumuz rakı bardaklarından biraz daha geniş, uzun bardaklar buldum; biraz kallavi olacaktı dubleler!

Jimmy bunları da sehpaya taşırken ben de bir koşu yukarı çıkıp yanımda getirdiğim USB belleği sırt çantamdan kaptım. İçinde İstanbul'un yüksek kaliteli gece fotoğraflarını peş peşe dizdiğim saatler sürecek bir sunum vardı. Üzerine de onlarca fasıl şarkısı eklemiştim.

USB'yi televizyona takıp salonun ışıklarını iyice kıstım. Saniyeler içinde yumuşacık bir Türk Sanat Müziği güftesi salonu doldurdu; alıştıra alıştıra sözlü şarkılara geçiş yapacaktım.

Jimmy kocaman gözlerle ekranda beliren renkli ışıklarla aydınlatılmış Boğaz Köprüsü'ne bakıyordu şimdi. Neredeyse pencereden bakmak gibi bir şeydi; bir yalı penceresinden yani! "Simulasyon derken abartmıyordun değil mi?" diye sordu şaşkın şaşkın.

"Genelde abartmam," dedim kibirli kibirli. "Ekmekleri alıp geliyorum." Sehpayı gösterdim. "Sen oturabilirsin. Artık hazırız."

Ekmek sepetine yerleştirdiğim temiz bir beze ekmekleri sardıktan sonra ben de Jimmy'nin yanına çöktüm. Ekranı karşımıza almış uzun tüylü beyaz halıya gömülmüştük.

"Bu müzik de ne?*" (*What is this music?)

Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙 (Tamamlandı)Where stories live. Discover now