5.BÖLÜM: "VURGUN"

865 156 29
                                    

5.BÖLÜM: "VURGUN"

"Dillere pelesenk bir şarkının son nakaratı,
Ruhumdaki acı, dudaklarımdaki vurgunun son yangını."

***

Ben Verda Denizer.

On yıl önce... Çiçekler o zamanlar güzeldi işte. Güneş içimi ısıtıyor, gece ruhumu ılık ılık gıdıklıyordu. Sonra bir şeyler oldu. Birini kaybetmenin sadece fiziken olmadığını bana kanıtlayan o geceyi zift dolu bir çorbaya attım. Ve boğuldum.

Kalktığım zaman babamların evde olmadığını hatırlıyorum. Sonra da kendim olamadım zaten, hep bir yarım kaldım. Benim çocukluğum o geceden iki ay sonra ise tamamen öldü. Artık bırakın yarım kalmayı bir bütünün çeyreği bile olamıyordum. İçimdeki çocuğu bir mezara kendi ellerimle koydum. Koymadan önce yıkadım, pakladım. Çocukluğumu gömdüğüm de ben hâlâ çocuktum.

O gün annemın ruhu ölmüştü. Ve bu ölüm avuçlarıma üfledi. Beni akladı, pakladı. Tıpkı çocukluğumu aklayıp pakladığım gibi.  Avuç içlerimdeki o kanı, o yarayı ölüm üfledi. Onun nefesinde boğuldum. Onun nefesinde can verdim. Akrep ve yelkovan bedenime bir hançer gibi saplanırken zaman ağzımın payını ölümle bir ittifak içerisinde gerçekleştirdi.

Ablam yanımdaydı Zerda Denizer. Bir ablamın olmasının en iyi yanı çekip gitmesiydi belki de. Artık bunu düşünmekten bile yorgundum.
O zaman yedi yaşındaydım ablam ise on. İki küçük kız çocuğuyduk. Sonra da ben hiç büyüyemedim. Ablam ise büyüdü, gitti. Herkese arkasını döndü. Ama en çok bana, en çok bana döndü arkasını. Uzun açık kahve saçları ve mavi gözleri hiç çıkmadı aklımdan. Hayat onu teğet geçti. Ona uğramadan ayrıldı masadan. Masanın üzerinde her bir mum tanesi bedenimde söndü. Bedenim ruhumdaki ince boşluğu kapatamadı. O boşluk koca bir uçurum oldu ve hayat tüm oyununu benim üzerime oynadı.

Ablamınsa bedenindeki acılar görülmezdi, altında son model bir araba, elinde son model bir telefon dudaklarında koyu kırmızı bir ruj, ipekten bir gömlek ve Zerda Denizer'in kibri. Güya üniversiteye kendini kurtarabilmek için gitti.

Aman ne büyük kurtarma. Dil okuyup milyonları götürecek.

Gözlerim ablama kaydığında yeni uyanmış uyku mahmuru gözlerini bana dikmişti. Ben ise uyku sersemiydim. Daha yedi yaşındaydım çok değil. Elimde bir oyuncak bebek vardı. Siyah saçlı, mor elbiseli, koca mavi gözleri olan bir oyuncak bebek. Ve ben sonra oyuncak bebeklerden nefret ettim. O bebekler benim çocukluğumun en büyük nüshasıydı çünkü.

Bir iki gün evdeki görevlilerle kalmıştık ne annem ne de babam ortalıklarda yoktu, her sorduğumuzda ise onların bir bilgisi olmadığı söyleniyordu. Annesini arayan bir kız vardı. Yedi yaşında, gördüğü en acımasızca şeyin televizyondaki zombiler olduğunu sanan bir kız çocuğu vardı. Bu kız annesini özlüyordu. Annesini arıyordu.

Sonra bir gece saat iki üç gibi kapı çalındığında, yavaşça yürüdüğümü hatırlıyordum. Koyu kahve gözlerim kapıyı açınca annemi ve babamı görmüştü. O saatte onları görmek ne büyük mutluluktu oysa. Dedim ya ölüm avuç içlerime üflemişti bir kere. Ama annem boş bakıyordu, bomboş bakıyordu. Sanki bizi tanımıyormuş gibi, sanki bizi bilmiyormuş gibi, sanki bizi sevmiyormuş gibi. Sonra da bana bakıp babama bu kim diye sorduğunu hatırlıyorum.

Annem babama beni sormuştu. Kızını, yedi yaşındaki kızını babama sormuştu. Annemin sesi kulaklarımdan hiç çıkmadı. Bana tiksinirmiş gibi bakan o gözleri, nefes aldığı zaman, gözlerini yumduğu zaman her şeyi unutan annemin o siması hiç gözlerimin önünden gitmedi.  Sonra da bir daha hiç aile olamamıştık, bir daha hiç sevgi denen o zımbırtıyı hissetmemiştim. Çünkü annem beni, öz kızını tanımamıştı. Ablama ise o kadar garip bir şekilde iyi davranıyordu ki, bu beni kahrediyordu. Kıskanıyordum, köpekler gibi ablamı kıskanıyordum.

LEYL (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin