23 | half of me

9.2K 868 263
                                    

Merhaba!

Çok içime sinen bir bölüm oldu, yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin ve önceki bölümü okuduğunuzdan emin olun.🤬

İyi okumalar!

Jeongguk, yattığı yerden hızlıca doğruldu ve sırtını yatak başlığına yasladı. Göğsü hızla hareket ediyor, derin nefesler çekiyordu ciğerlerine. Alnı terden ıslanmış, bazı tutamları yüzüne yapışmıştı ve yüzünde ağladı ağlayacak bir ifade vardı. Birkaç gündür bu şekilde uyanıyor, yaklaşık bir saat zihnini başka bir şeye vermeye çalışıyor ve sonra tekrar uyumayı deniyordu. Uykusuzluğu yüzünden iki üç defa okula geç kalmamak için saçını bile doğru düzgün tarayamamıştı, neyse ki bugün o günlerden biri değildi. Günlerden cumartesiydi ve saat çoktan dokuz olmuştu bile. Uykusunu almış sayılmazdı zira uyuduğunda saat oldukça geçti, fakat biraz kafasına göre takılıp sonra tekrar uyuyabilecek vakti olduğunu bildiği için yavaşça kalktı yatağından. Adımlarını odasından dışarı atarken tek amacı mutfağa inip bir bardak su almaktı, bu yüzden hâlâ kabusun etkisinde olduğu için sallana sallana indi basamakları. Mutfağa girdi, bardağı doldurdu ve birkaç yudum aldı kurumuş boğazını yumuşatmak için. Açlıktan dolayı midesi hafifçe bulandığında suyu kenara bıraktı ve ellerini yasladı tezgaha. Acınası durumdaydı.

Taehyung'un kızgınlığından bu yana bir hafta geçmişti. İlişkileri gayet iyi gidiyordu ve aralarında bir sorun yoktu, fakat Jeongguk iyi değildi. Sahile gittikleri gün gördüğü kabusun tekrarlanacağını düşünmemişti, arkadaşının ölümünü kaldırabildiğini düşünüyordu ama olmuyordu. Kabuslarında sürekli aynı anı görüp duruyordu, sürekli o mektubu tekrar okuyor ve çaresizce ağlıyordu. Hiçbir zaman rüyalarını kontrol edememişti, bu yüzden bir türlü rüyada olduğunu fark edip bu acıya son veremiyor, her seferinde aynı hisleri yaşıyordu. Bununla ilgili ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Taehyung'la konuşmuştu ve Taehyung ona bir terapiste görünmesi gerektiğinden bahsetmişti ve haklıydı da, görünmesi gerekiyordu fakat henüz bu kabusların devam edip etmeyeceğinden emin değildi, bu yüzden bu terapi işini biraz geciktiriyordu. Dürüst olması gerekirse, bu fikri mantıklı bulsa da bu fikir onun hoşuna gitmemişti. Tanımadığı insanlara kendini açmak onun için stresli bir işti, bu yüzden elinden geldiğince, en azından bahanesi varken ertelemek istiyordu bunu.

Salona doğru ilerledi ve kendini geniş kanepeye attı. Kenarda duran battaniyeyi hızlıca bedenine sardı, televizyondan ses olması için rastgele bir kanalı açtı ve başını koltuğun yastığına yaslayarak yorgun gözlerini ekranda gezdirdi. Uyandıktan sonra telefon veya televizyonla uğraştığında kısa sürede tekrar uykuya dalabiliyordu, bu yüzden bu kanepeyi artık ikinci yatağı bellemişti.

Bir süre sessizce televizyonu seyretti, ekranda neler döndüğünden haberi yoktu, aklı başka bir yerdeydi. Ardından sehpanın üzerindeki telefon titremeye başladı düzenli olarak. Yattığı yerden kalkmadan sehpaya uzanmaya çalıştı, bu sırada bir düşme tehlikesi geçirdi fakat sonunda telefonunu eline almayı başardı ve gelen aramayı yanıtladı hızlıca.

"Alo, oğlum. Nasılsın?"

"İyiyim anne, sen nasılsın?" Oldukça düz bir sesle cevapladı ve yattığı yerde döndü. Annesini de babasını da sevmiyordu fakat sürekli huzursuzluk çıkarma derdinde değildi, bu yüzden annesini olabildiğince normal bir şekilde yanıtlayıp çağrıyı bir an önce sonlandırmayı amaçladı. Son birkaç yılda yaptığı şey buydu.

"Ben de iyiyim, ne olsun. Nasıl gidiyor derslerin?"

Gülmemek için alt dudağını ısırdı ve gözlerini yumdu. Ağzına sıçacaklardı, hissediyordu.

james joint ;; taekookWhere stories live. Discover now