bölüm 15

28.7K 1.6K 72
                                    

Cama bir şeyin vurma sesiyle gözlerimi araladım. Neydi ki bu saatte. Sinirle doğrulduğumda cama taş atıldığını duydum. Camı açtığımda bir taş alnıma geldi. Acıyla inlediğimde üçü gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi.

"Dolunay sakın unuttum deme" egenin sesi hepsini birden ciddileştirmişti.

"Üzerindekilere bakılırsa unutmuş olarak gözüküyor" ne vardı ki üzerimde askılı ve şortlu pembe tavşanlı pijama takımımımın neyi kötüydü.

"Çabuk in aşağı saat dört" o an aklıma ne yapacağımız geldi. Telaşla onlara bir dakika beklemelerini işaret çantamı koluma taktım. Telefonumu içine tıkıp pencerenin yanına geçtim. Çantamı gösterdim.

"Atayım mı" atmam için işaret yaptıklarında çantamı attım. Ege çantamı tuttu. Uluaysa inmem için işaret yaptı.

"Düşsem ölür müyüm" pencerenin pervazına oturdum ve ayaklarımı aşağı sallandırdım.

"Ölmezsin. En fazla kolunu bacağını kırarsın." gerçekten hiçbir korkum kalmamıştı ya. pencereyi yavaşça kapatıp pervaza avuç içlerimi yasladım.

"rapunzel gibi davranmaktan vaz geçip inmezsen bu gün evlenmek zorunda kalacağız bilmem farkında mısın" sinirle kaşlarımı çattım.

"ne yapayım. ölme tehlikesi olan sen değilsin" evin yanına yaklaşıp aşağıdaki pencerenin pervazına bastı. oradan üst çıkıntısına basıp bana elini uzattı.

"gel" kenarı kaydığımda evin duvarına tutunarak köşeye gitti. elini tutup aşağıdaki pencereye atladım. pencerenin pervazına inip yere atladı. elini tekrar bana uzattı. tutup yere atlayacağım sırada yanlış bir hareket yaptığım için düşme tehlikesi geçirdim. beni kurtaran oydu. yere düşmemi engelleyip aniden beni tutmuş ve bedenlerimizi birbirine yapıştırmıştı. ayaklarım yere değmiyordu çünkü onun boyundaydım. kaşlarını çatıp yüzüme baktı.

"dudağına ne oldu" babama daha fazla para istememesini söyleyince olmuştu. 

"düştüm" kendimi ondan ayırdım ve yere indim.

"aptal" diye mırıldansa da duymazdan geldim.

"kağıdı yatağının üstüne koydun mu" başımı yukarı aşağı salladım. 

"donacaksın bu halde" arabaya bindiğimde bu kez yanıma uluay oturdu. arabayı burak kullanırken ege onun yanında oturuyordu. 

"hırka aldın mı yanına" bunu söyleyen uluaya boş boş baktım.

"sen bana yanına hiçbir kıyafet almayacaksın demedin mi" arabayı çalıştırdıkları  için gitmeye başlamıştık.

"dedim de düzgün bir şeyler giyersin sanıyordum." sinirle ona döndüm.

"ne varmış halimde ya. pijama işte. unutmasaydım giyerdim" ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı.

"hayır nasıl unuttuğunu da anlamıyorum. gerçekten evlensek ne olacaktı. annen gelip seni kalk kız evleniyorsun diye dürtünce ne diyecektin beş dakika daha mı" omuzumu silktim. 

"hırka almadıysan ne doldurdun çantana bu kadar" elimi boş ver dercesine salladım.

"önüme ne çıktıysa koydum bilmiyorum" alayla güldü.

"çantana koyduğun şeyleri mi bilmiyorsun" başımı cama yasladım.

"biliyordum ama unuttum. uykum var kafam çalışmıyor" sabır dilercesine ofaldı.

"ege torpidoda polar vardı versene" ege hemen arkaya pembe poları uzattı. uluay katlı olan poları açıp üzerime örttü.

"annen boşuna demiyor akılsın diye. bir bildiği var kadının" annem. onu bir daha göremeyecektim değil mi. 

"dolunay. hani bu gün doğum günün ya. bak sana ne aldım" egenin sesiyle boş boş yüzüne baktım.

"hediye falan istemiyorum. doğum günümü kutlamam" telefonu elime uzattı.

"o zaman yanımızda yaşamaya hoş geldin hediyesi olsun. seveceğine eminim" uzattığı telefonu açtığımda karşıma oyunum çıktı. 

"oha. eğer bu rüyaysa uyandığımda sana sorarım. şaka mısın. çökmedi mi telefon" giriş yap yazan yere basıp şifremi girdiğimde kendi hesabım ortaya çıktı. 

"çökmedi. uyuma oyna. horlarsın falan sonra" sinirle ona baktım.

"ne horlayacağım be." telefona döndüğümde gördüğüm şeyle sinirlerim iki katına çıktı.

"hangi şerefsiz beni ikinciliğe düşürdü" uluay pis pis sırıtarak elini havaya kaldırdı.

"şerefsizi kabul etmiyorum ece" sinirle ona tekme attığımda kahkaha atmaya başladı.

"o pijamalarla eşil gözlerini kısarak oluşturduğun yüz ifaden hiç uyum sağlamıyor." omuzuna sinirle vurdum.

"pijamalarımla derdin ne ya" üzerimdeki pijamalara baktı. dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı.

"düz renk olsaydı hiçbir sorunum olmazdı ama pembe tavşanlı ece. senin gibi birine göre çok tatlı değil mi" kahkaha attığında ona tekme atmaya devam ettim. bir de düz renk olsa bir sorunu olmayacağını söylüyordu. neler geçiyordu aklından gülmeye devam ederken tekmelerimden kurtulmaya çalışıyordu. canına tak etmiş olacaktı ki bacağımı tuttu. tedirginlikle ona baktığımda tekrar kahkaha attı. hızla kendimi toparlayıp  bağdaş kurdum. rasgele bir oyun açtığımda üçü birden aynı anda konuştu.

"mikrafonu açık unutma" korumacı tepkilerine gülümsedim. birkaç ay boyunca takım olup oyun oynadığım kişiler şimdi benim hayatımı kurtarıyordu. sanki onlar hayatımın başlangıcından sonuna kadar yanımdalardı.

"sonra bizim gibi birileriyle tanışırsın" uluayın sözüyle ona döndüm.

"sizinle tanışmış olmasaydım şu an kaçmak yerine babamdan" uluay  sözümü kesti.

"o adamdan" devam ettirdim.

"o adamdan dayak yiyerek evde ağlıyor olurdum" ellerini iki yana açtı.

"şimdi de öyle. tek farkın onlardan kaçman. bu dayak yemeni pek etkilememiş. çok merak ediyorum acaba şimdi ne diye savunacaksın kendini. neden seni dövdü" elimi susması için havaya kaldırdım.

"beni dövmedi." ege bana döndü.

"dolunay hangi insanın düşünce dudağı patlar. şimdi kapıya çarptım falan demeye çalışma çünkü emin ol sürekli kapılara çarpan biri olarak söylüyorum hiç dudağım patlamadı" iç çekip ofladım. 

"çarptığımız kapılar farklı demek ki. sen çelik kapıya çarpmışsındır ben demir kapıya" 

"uykun geldikçe saçmalıyorsun ece kapa çeneni uyu" itiraz etmeden başımı cama yasladım. ablamı belki bir daha göremeyecektim. annemi göremeyecektim. ama kararımdan pişman değildim.

OYUN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now