bölüm 27

18.8K 1.1K 31
                                    

oturduğum yatakta ayaklarımı aşağı sallandırırken odamı temizleyen burağa söylendim.

"bak, toz kaldı şurada görüyor musun" elindeki bezi iç çekip yere bıraktı. yavaşça bana döndü.

"dolunay" dedi nefes nefese, alnındaki teri sildi.

"canım çıktı ya bastırırken. ne olur şunu bırakayım da aralıksız bir saat döv beni." başımı iki yana salladım. yanımda olanları gülerek izleyen uluay dirseğiyle kolumu hafifçe dürttü.

"işine geliyor değil mi" başımı yukarı aşağı salladım.

"en son odada yedi yaşındayken annemin zoruyla temizlik yapmıştım. o gün anladım, benlik bir şey değil. hazır böyle bir fırsatım var, neden kullanmayayım." burak yeri daha hızlı silmeye başladığında gülümsedim. aklıma gelen şeyle bağırdım.

"ege. nerede kaldı çilekli sütüm, ne soğuk ne sıcak. eğer doğru yapamazsan baştan yapmak sorunda kalırsın" odanın kapısı yavaşça açıldı. elinde kupayla ege girdi. bardağı hafifçe salladı.

"tam istediğin gibi, ne soğuk, ne sıcak" kupayı yanıma getirip verdiğinde huysuzca söylendim.

"pembesi iyi olmuş, gıda boyasının tonunu tutturmuşsun" sanki söyleyeceğim şey hayatının en önemli şeyiydi. sütü içip söylendim.

"ama olmamış bu, neyse idare eder" uluay kaşlarını çattı ve bardağı elimden aldı.

"olmamışsa neyi idare eder, beğenmediğin bir şeyi sana kimse içiremez. dur bir de ben bakayım" sütü içip yüzünü buruşturdu.

"sıcaklığı iyi ama ben çilekli süt sevmem. ege. sen en iyisi bana bir kahve yap. sade olsun" sütü bana uzattığında elinden aldım. ege şaşkınlıkla söylendi.

"ama ben sadece dolunayın kölesiyim" burağı gösterdim.

"onun yerinde olmak istemiyorsan bir kahve, sade olsun" iç çekip aşağı indi. Burak sessizce söylenerek içeriyi temizlemeye devam ediyordu.

Birkaç dakika sonra ege gülümseyerek yanımıza geldi. Elinde bir fincan kahve vardı.

"Al. Elime sağlık çok güzel yaparım kahveyi" uluay egenin elinden kahveyi alıp içtiği an ağızında olan büyün kahveyi dışarı püskürttü.

"Lan şerefsiz. Böyle şaka mı olur tuzdan başka bir şey hissetmiyorum" burak ve ege kahkahalarla gülerken sinirle ayağı kalktım.

"Temizleyin hemen şurayı" uluay kendini göstererek sordu.

"Ben de mi" ellerimi iki yana açtım.

"Püskürten sensin ben mi temizleyeyim. Dolap falan mahvoldu. Hay ben ne yapayım" iyice anneme benzemeye başlamıştım.

"hayır biz bunu hak edecek ne yaptık" sinirle söylendim.

"annemin en sevdiği vazoyu kırdınız, halılar mahvoldu." telaşla söylendim.

"onu nasıl unuttum. halılar mahvoldu" burak tedirginlikle bana baktı.

"onu biz mi temizleyeceğiz" odadan koşarcasına çıkarken söylendim.

"hayır. siz yapamazsınız onu." Kapiya ilerleyip egeye içeriyi gösterdim.

"Perdeleri çıkartıp elinde tek tek çitiliyorsun. Pespembe olmazsa tekrar yıkatırım" içeriye geçtiğinde bağırdım.

"Yatağa basanı döverim. Dolabın içini açmayı aklınızdan bile geçirmeyin, kırarım kafanızı" uluay arkamdan bağırdı.

"Koskoca halıyı nasıl taşımayı düşünüyorsun. Yardım edeyim" işten kaçmak için her şeyi yapardı.

"Taşırım ben." Merdivenlerden indiğimde içeri geçti. Kalıyı toparlayıp bahçeye taşıdım. Gerekli olan malzemeleri alıp duş aldığım için ıslak olan saçımı dağınık bir topuz yaptıktan sonra bahçedeki muslukla halıyı ıslattım. Neyse ki evimizin etrafı demir bir kapıyla çevriliydi.

"Halılar böyle mi yıkanıyor" deterjan döktüğüm halıya bakmayı kesip bunu soran uluaya baktım.

"Başka nasıl yıkanabilir" ellerini iki yana açtı.

"Çamaşır makinesi" boş boş yüzüne baktım.

"Çamaşır makinesi çamaşır yıkamak içindir." Yukarıdan bağırma sesi geldi.

"Ve perde" sinirle bağırdım.

"İşini yapar mısın. Sen de tükürdüğün kahveyi temizler misin" yerden bir fırça alıp yanıma geldi.

"Hiç adil değil. Üç kişi bir odayı temizleyecek, sen tek başına halı yıkayacaksın, olur mu öyle. Çekil kenarı da ben de yapayım" her ne kadar beni kandırdığına emin olsam da itiraz etmeden kenarı çekildim. Yardım fikri cazip gelmişti. Yere çöküp halıyı fırçalamaya başladığında bir kenara da ben geçip aynısını yaptım.

"Ece. Bir şey soracağım ama kızmandan korkuyorum" duraksasam da söylendim.

"Sor. Eğer kızacağıma bu kadar emin olduğun bir şey olsaydı bunu söylemezdin" birkaç saniyeliğine bana döndü. Kolum şimdiden ağrımaya başlamıştı.

"Annen. Ya senin için öyle yaptıysa" kaşlarımı çattım. Ne demek istiyordu.

"Nasıl yani" omuzunu silkti.

"Belki de senelerce ona karşı öfkeli olduğunu bildiği için nefretini kusmanı sağlamaya çalışmıştır" iç çekip mırıldandım.

"İyi de bu neyi değiştirir" bana bakmayı kesip önüne döndü.

"Seni sevdiği için ona ettiğin hakaretleri dinleyip-" sözünü kestim.

"Bir dakika. Sen ona hakaret ettiğimi mi düşünüyorsun" göz ucuyla bana baktı.

"Hayır. Hakaret ettiğini düşünmüyorum. Sadece seni sevdiği için yaptığını söylüyorum" omuzumu silktim.

"Beni sevip sevmemesi umurumda değil. O benim sevgimi kazanmak için çok geç kaldı" elimdeki fırçayı herhangi bir yere fırlattım.

"Yeter. Yoruldum. Olduğu kadar artık" benimle birlikte ayağı kalktığında halıyı detarjandan arındırıp kuruması için astık. İçeri girdiğimizde bizi gören ege ve burak ellerindeki kahveleri telaşla bıraktılar.

"Bizim halı yıkarken kollarımız kopsun. Bunlar burada kahve içsin. İnsan bir gelir, yardıma ihtiyacınız var mı diye sorar" burak sözümü kesti.

"Giderek annene benziyorsun dolunay. Hem koltukta yatıyoruz, hem de kahve içiyoruz diye yadırganıyoruz." Sözünü kesip konuştum.

"Hah. Konuyu açtın iyi oldu. Unutuyordum hep. Şimdi şöyle bir düzen olacak. Annemle babamın odasında ben kalacağım. Biriniz benim odamda, biriniz misafir odasında, diğeri ise" uluay sözümü kesti.

"Ben seninle kalıyorum. Burak senin odanda kalmasın, meraklıdır o dolapları falan karıştırır. Misafir odasında o, Egeyse senin odanda kalıyor. İtiraz etmek için ağızımı açtığımda beni susturdu.

"İtiraz yok. Zaten daha iyi bir seçenek de yok. Biraz daha konuşursan derslere yarın başlarız ona göre"...

OYUN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now