bölüm 24

21.1K 1.2K 85
                                    

"dolunay, biraz sakin mi olsan" sinirle doğradığım salataları masaya koydum. annemlerin evinde kalıyorduk.

"olayım değil mi. sakin olayım. on yedi sene boyunca görmediğim annem için bir anda değerli olmuşum da benimle konuşmak istiyormuş. ama ben ne olayım sakin. çok, lanet olsun" kestiğim elime bakmadan hızla suya tuttum.

"ne oldu" sinirle bağırdım.

"elimi kestim. tam benden beklenen bir hareket, aptalca" uluay yanıma gelip çeşmenin suyunu kapattı. kestiğim elime bakıp söylendi.

"ah be kızım. iyice delirdin sen. bırak kesme hiçbir şey" elime peçete bastırdı ve dolabı karıştırdı.

"delirdim." elimde tamamıyla kana bulanmış olduğunu düşündüğüm peçeteye bakmadan peçeteyi çekip başkasını bastırdım. burak ve ege telaşla yanıma geldi. uluay elinde bant, batikon, pamuk ve sargı bezi getirirken burak avuç içimdeki peçeteyi çekti. 

"uluay. hastaneye mi gitsek. baya derin kesmiş"  uluay dikkatle elimi inceledi.

"daha önce elini bu kadar derin kestin mi." elime bakmıyordum.

"ne bileyim ben" üçü birden konuştu.

"baksana" başımı iki yana salladım.

"kan görürsem elimin kesilmesinden değil, bayıldığım için hastaneye gitmek zorunda kalırız. ayrıca ne kadar kötü" gözüm kesilen elime kaydı. başımın döndüğünü hissettiğimde diğer elimi tezgaha yasladım. 

"ne yapacaksanız yapın artık" elime batikonun döküldüğünü yanmasıyla anladım.

"salak yavaş dök diyorum sana" burağın telaşlı sesini duydum.

"ne yapayım ya panikledim" elime bir şeyin sarıldığını hissettim. birkaç bant kopma sesi geldikten sonra elime baktım. sargı beziyle sarılmıştı.

"iyi misin" başımı hafifçe yukarı aşağı salladığımda getirdiği şeyleri geri götürdü. kapının çalma sesiyle uluay bana döndü.

"sinirlenmemeye çalışsan iyi olur" sinirle kapıya ilerlerken konuştum.

"sinirlenmem, sinirlenir miyim hiç. beni koyacağı kapının önünü nasıl seçtiğini falan anlatır. güle oynaya kahvaltı yaparız" kapıyı açtığımda karşımda sarı saçları omuzundan aşağı dökülen, ela gözlü, saçlarının aralarında beyazlıklar olan bir kadın çıktı. beni gördüğünde dolan gözlerle bana baktı.

"kızım" elimi susması için havaya kaldırdım. 

"Fazla samimiyete gerek yok. Boynuna atlayıp ağlayacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Geç" itiraz etmeden içeri geçti. Üçüne baktıktan sonra bana döndü. Aklındanne geçirdiyse telaşlanmıştı.

"Siz" sözünü uluay kesti.

"Hayır. biz öyle bir şey değiliz" . nedemek istiyorlardı ki. Kapıyı kapatıp masayı işaret ettim. Masaya oturduğunda uluayın yanına gittim.

"Ne demek istedin" gülüp oturmam için işaret yaptı.

"Boş ver. Yorma kafanı, öğrenebileceğin şeyler değil" karşısına oturduğumda uluay yanıma oturdu. Ege ve burak da yan yana oturdu. Ortam çok gergindi. Bir şekilde bozulması gerekiyordu. Elimdeki çatalı yanlışlıklaymış gibi yere düşürdüğümde herkesin bana baktığını fark ettim.

"Ayy. Pardon, dikkatsizliğim konusunda kime çektim bilmem" gülümseyip elimin üstüne çenemi koydum.

"Hayır dikkatsiz olan kimse de yok. Birileri koyacakları kapı önünü çok iyi seçmiş. Ben nasıl böyle sakar ve dikkatsizim" gözlerini kaçırdığında yerdeki çatalı alıp masaya sertçe koydum. Üçü de birbirine çaresizce bakıyordu.

"Ee. Havadan sudan konuşmaya ne zaman başlanacak. Dur ben konuyu açayım" pişmanlıkla bana baktı.

"Söylesene. Beni on yedi yıl önce bu kapının önüne bırakırken hava nasıldı" cevap vermediğinde iç çekip devam ettim.

"Ya da şunu sorayım, aklın neredeydi de şimdi geldi" yine cevap vermediğinde masaya dirseklerimin yaslı olduğu ellerimi iki yana açtım.

"Düşünmedin mi ya" göz ucuyla bana baktı.

"Yanlış biri bulur da kızım yetimhane köşelerinde sürünür diye düşünmedin mi" gözünden bir damla yaş kayıp düştü.

"Ya da olur olmadık biri bulup benim kızımı köle gibi yetiştirir. Küçükkende parası var diye birine satar. Hani olur ya belki aklın biraz başındadır. Gelmedi mi aklına" cevap vermedi.

"Ama sana bir sır vereyim mi" Gözümden bir damla yaş kayıp düşerken iki elimle masaya vurup ayağı kalktım. Üçü birden yerinde zıplamıştı ve bana bakmak yerine tabaklarına bakıyorlardı. Ona doğru hafifçe eğildim.

"Senin aklına yeni gelen annelik. Ne Dokuz ay karnında taşımakla, ne de doğrumakla olmuyor. Bu zamana kadar ne yaşadığımı bilmiyordun, bundan sonra da bilemeyeceksin." Eve geldiğinden beri bana ilk kez bakıp konuştu.

"Armut dibine düşer, eninde sonunda yanıma geleceksin" akıllanmamış mıydı.

"Benim düştüğüm armut ağacı yokuştaydı. Hiçbir kökü yoktu. Düştüm ve o yokuştan aşağı yuvarlandım" gözlerini gözüme kilitledi.

"Madem benim hiçbir köküm yok." başını iki yana salladı.

"O zaman bana seni bıraktığım için teşekkür etmen gerekiyor" alayla gülümsedim. Üçü de ne diyeceğimi bekliyordu.

"Ben zaten sana bir konuda teşekkür ediyorum. Ama o konuda değil. Bir insan, kocasını, canından bir parçayı terk etmesine neden olacak kadar sevebiliyorsa, sevgi çok bencilce bir şey. İyi ki ben kimseden sevgi görmemişim de, sevdiğim başka birinin canına kast etmeye çalışmamışım. Teşekkür ederim, bana sevginin ne kadar boktan bir şey olduğunu anlatıp, tek öğrettiğin şeyin nefret etmek olduğu için" yanına gidip kolunu tuttum.

"Senin" sandalyeden kalkıp benim sürüklediğim yere geldi. Kapıyı açıp onu dışarı fırlattım. Yere düştü. Tepkisizdi. Üçü de yanıma gelmişti.

"Tam buraya bıraktığın o küçük, saf ve masum bebek şimdi sana hesap soruyor" uluay kolumu tutsa da geri çektim.

"Ve artık, eskisi kadar saf, masum veya küçük değil. O senin deyiminle kaderin oyunlarına, peri masallarına inanmıyor. Çünkü artık büyüdü" yanına çöktüm.

"Büyüdü ve seni yanında istemiyor. Ne yaparsan yap. Bunu değiştiremezsin" ayağı kalkıp dışarıyı gösterdim.

"Şimdi aklına yeni gelen anneliğini daha fazla üstlenmeden evimden git" içeri girdiğimde peşimden geldiler. Başım çok fazla dönüyordu. Bunun olacağını biliyordum. Ondan nefret ediyordum...

OYUN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now