bölüm 36

13.2K 821 60
                                    

telefonumun çalmasıyla sinirle açtım. nereden buluyorlardı numaramı. günde on tane tane arama geliyordu. açıp kulağıma götürdüm ve bir şey demesine izin vermeden konuştum.

"kardeşim. teklif için arıyorsanız boşuna dil dökmeyin. çıkmıyorum sahneye. iyi günler teşekkür ederim" kapatacağım sırada burağın sesini duydum.

"kardeşim teklif için aramıyorum. hal hatır sormak için arıyorum ne diyorsun sen bana . hayırsız arkadaş mıyım ben." doğrulurken konuştum.

"bir şey oldu değil mi" telefondan sahte şaşırma nidaları yükseldi. 

"aa dolunay deme öyle aşk olsun" kesi aniden kesilmiş. yerine uluayın sesi gelmişti.

"burak. daha kötü döverim" çok geçmeden burağın sesi geldi.

"tamam oğlum kızma bak duyacak şimdi" uluayın telaşlı sesi geldi.

"o iyi mi" tekrar burak konuştu.

"sordurtmadın ki" duymamış gibi yapacaktım.

"dolunay. ne yaptın iyi misin bir sorun var mı" görebilcekmişcesine başımı iki yana salladım. 

"hayır" uluayın kısık sesi yine geldi.

"okula niye gelmiyormuş" birkaç gün halsizdim. sonrasıysa onun yüzünü görmeye dayanamayacağım için okula gitmemiştim.

"okula niye gelmiyorsun" bu kez burak sormuştu.

"hastaydım" diye mırıldandığımda bu kez uluayın sesi geldi.

"ece soruyorum sana iyi misin diye iyiyim diyorsun. okula niye gelmiyorsun diye soruyorum hastaydım diyorsun. ne oldu" sinirle yüzümü ovuşturdum.

"bir şey olmadı" sinirli sesi geldi.

"okula niye gelmiyorsun" bu kez ben sinirle konuştum.

"hastayım" öncekinden daha yüksek sesle konuştu.

"ne hastası" ben de öncekinden daha yüksek sesle konuştum.

"ruh hastası" telefona kısık burağın sesi geldi.

"abi belki farklı tür bir hastadır" ne konuşuyordu bunlar.

"farklı tür bir hasta mısın" kuşkulu sesi kulağıma geldiğinde yüzümün ısındığını hissettim. çemkirerek konuştum.

"ne. hayır. niye uğraşıyorsun bu kadar üşütmüşüm gelmiyorum" fısıldıyarak konuştuğunu anlıyordum.

"gerçi niye soruyorsam sanki farklı tür bir hasta olsan söyleyeceksin" oflayıp söylendim.

"kapatıyorum" konuşup kapatmamı engelledi.

"dur kapatma. iyisin değil mi. bir sorun yok" beni hala düşünüyordu.

"evet. iyim, bir şey yok. sen ne yaptın. kabul ettin mi tekliflerden birini" sormam gerekiyordu değil mi. sonuçta bunlar gerçekleşen şeylerdi.

"evet. çalışmalara başladık. muhtemelen birkaç ay içerisinde tamamlanmış olacak" benim bestelerimden birini ister miydi. en azından o söyleyebilirdi.

"belki, gerek yoktur ama benim bestelerimden birini alabilirsin"

"bekli, gerek yok ama senin bestelerinden birini alabilir miyim" aynı anda söylediğimiz şeye sessizce güldüğümde onun da aynısını yaptığını biliyordum

"hoppa. döndük mü yine en başa" kulağıma gelen egenin sesinden sonra tekrar burağın sesi geldi.

"ikiniz de aptalsınız" bir konu bulup kapatmalıydım.

"neyse kapatıyorum" 

"neyse kapatıyorum" gülümsediğimde gözümden bir damla yaş düştü.

"görüşürüz" diye mırıldandığında sesimin titrememesini umarak cevap verdim.

"görüşürüz" sesim titremişti. başaramamıştım.

"ece" bir şey demesine izin vermeden kapattım. neden yokluğu bu kadar canımı yakıyordu. neden böyle oluyordu.  gözümden düşen yaşı hırsla sildim ve kendi kendime söylendim.

"aptal. o filimdeki aptala daha çok benzemek istemiyorsan ağlamayı hemen kes" merdivenlerden aşağı inip koltuğun üzerinde duran ince pikeye baktım. yanımda durduğu son zaman oydu. iki hafta önce. koltuğa oturup pikeyi üstüme örttüm. koklamak için yanıp tutuştuğum kokusu burnuma hafif de olsa geldiğinde gülümsedim. onun yanında durmayı her şeyden çok istiyordum. çünkü biliyordum. en az benim kadar, onun da canı yanıyordu. eğer o mesaj telefonuma gelmeseydi ya da ben o mesajı okumasaydım. bunların hiç biri olmayacaktı. işte bu kez her şey benim yüzümden olmuştu. anneme bir şey olmasını istemediğim için ona söylemesine izin vermeyecektim. ama ne yapıp edip ondan özür dilemeliydim. yüzlerce, belki binlerce kere özür dilemeliydim. onun yüzünü görmeye dayanamayacağım ve onu göremeyeceğim için özür dilemeliydim. onu duymaya dayanamayacağım ve yanımda varlığını hissedemeyeceğim için özür dilemeliydim. çalan telefonumun sesi beni daldığım hayalden uyandırırken telefonu açtım. arayan aylindi.

"dolunay. ne yapıyorsun iki haftadır evde. tamam anladım üşüttün ama bu kadar da üşütme sürmez ya. virüslü değilsen sana geliyorum. konuşuruz dedim çünkü anlatmak istediğin şeyler olduğuna eminim. geçen gün yarıda kaldı konuşmamamız sen kızardığın için neyse önemli değil. geliyorum." iç çekip zor da olsa konuştum.

"aylin. hastayım ya şimdi bulaşmasın sana da" sesim ağladığımı açık ediyordu.

"dolunay. ağlıyor musun sen" gözümdeki yaşı sildim.

"hayır ağlamıyorum" sesindeki neşe kaçmıştı.

"bak. ben ikinizin ortak arkadaşı olabilirim ama bana anlattığın hiçbir şeyi, ne olursa olsun sen istemediğin sürece ona söylemem. kimseye söylemem. hem ben sana anlattım. herkesten gizlemeye çalıştığım şeyı sana anlattım. çünkü " sözünü kesip konuştum.

"çünkü ben asosyal bir manyağın tekiyim ve sizden başka arkadaşım yok." bu kez o beneim sözümü kesti.

"hayır. değilsin. çünkü sen benim arkadaşımsın ve kimseye anlatmayacağını bilerek sana güvendim. hem sen asosyal bir manyak değilsin. farkında mısın bilmiyorum ama bir günde onlarca teklif alıyorsun. sosyal medya hesabın da bulundu. tek bir videoyla arkadaş edinebilirsin. Bir farkları var. ben seni gerçekten seviyorum ve güveniyorum. dünyada benim gibi çok az kişi kalmıştır. işte o yüzden ağlamayı kes, yanına geliyorum seninle depresyona giriyoruz. cevabına emin olsam da nezaketen sorayım. birkaç günlüğüne yanında kalsam bir şey olur mu" gülüp başımı iki yana salladım.

"hayır. gel"...

OYUN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now