bölüm 40

12.9K 818 20
                                    

Üç ay. Günler, saatler, dakikalar, saniyeler ve saliseleri sayarak, onun yüzüne ve kokusuna hasret kalarak geçirdiğim üç ay arkamda kalmıştı. Zaten soğuk olmayan havalar artık hafifçe ısınmaya başlamıştı. İnternetten yapabildiğim kadarıyla attığı her adımı, hayallerinin gerçekleşmesine dair tırmandığı her basamağı izlemeye çalışıyordum. Bu üç ay, benim için bitmemişti, bitememişti. Arada teklifler gelse de hepsini reddedip kendimi unutturmaya çalışıyordum. Onların gözündeki durumum uluay demirin, ilk şarkı söylediğinde yanında olan bilinmeyen kızdı. Bunu ben istemiştim ve kararımdan hiç pişman değildim. Yine bilinmeyen asosyal bir kız olmuştum. Tek pişmanlığım ondan özür dileyememekti. Oysa hayalim oydu. Ondan yüzlerce, binlerce kere özür dilemek ve ya özür dilemeden ondan özür dilediğimi hissettirmek. Ama artık, bunlardan hiçbirini gerçekleştirme şansım yoktu. Hem yıldızları izleyen gurubumuz, hem oyun gurubumuz, hem de ben dağılmıştım. Onun yanında durup hayalini gerçekleştirmesini izleyemediğim için dağılmıştım.

"Dolunay. Daldın yine" diyen matematik öğretmenine baktım. Ne istiyordu yine.

"Gideni var hocam. Dolunay o olmadığı sürece hilal, ondan dalıp duruyor" sınıftan birinin söylediği şey kıkırdamalara neden olmuştu. Neydi bunlar, kreşe giden bebekler mi.

"Kalk soruyu çöz" ayağı kalkıp tahtaya doğru ilerledim ve hocanın elindeki tahta kalemini aldım. Yapamayacaktım. Biliyordum. Kalemi tahtaya bastırıp bildiğim yere kadar soruyu çözmeye başladım. Yazdığım tek harf "x" den ibaretti. Kapı çalınıp açıldığında kapıda gülümseyen burağı gördüm. Üç ayın sonunda, burada ne işi vardı.

"Hocam. Çok az bir zamanlığına dolunayı alabilir miyim. Beş dakika" onları da özlemiştim. Garip garip imalarını. Anlayamadığım fısıldaşmalarını. Ama en çok uluayın bana ece deyişini özlemiştim. Adımı bir kez daha onun ağızından duymak için her şeyi yapabilirdim.

"Dolunay. Beş dakika gelir misin" boş boş burağa baktığımda "bir şey yok" dercesine başını yukarı aşağı salladı. Kalemi masanın üstüne koyup burağın yanına ilerlediğimde geri çekilip dışarı çıkmamı işaret etti.  İtiraz etmeden dışarı çıktığımda kapıyı kapattı.

"Özledim seni be aptal" kaşlarımı çatıp ona baktım.

"Pardon. Özledin mi. Neden oyundaki guruptan beni attınız, her yerden engellediniz o zaman" iç çekti.

"Benlik bir şey değil dolunay. Neyse acelem var" elime iki tane kağıt uzattı.

"Birini uluay sana yazdı. Gerçekten okumadım. Cidden okumadım. Diğeriyse konser biletin" şaşkınlıkla yüzüne baktım.

"Ney biletim" gülümsedi.

"Konser biletin" bu kez daha yüksek sesle sordum.

"Ney biletim" gülüp başını iki yana salladı.

"Uluay kulise gelmeyeceğini düşündüğü için sana normal bilet verdi. Zarfın içinde senin biletin var. Diğeri aylinin arkada duracak o. Başka ne vardı. Hah, uluay benim ağızımı burnumu kırabilir ama sorayım" kollarını açıp söylendi.

"Sarılsak mı" gülüp ona sarıldığımda sessizce konuştu.

"Gelmemezlik etme kafanı kırarım. Geleceksin izleyeceksin bizi. Tamam mı" geri çekilirken cevap verdim.

"Tamam. Denerim" onu görmeye dayanabilir miydim bilmiyordum.

"Denerim menerim yok geleceksin o kadar" gözlerimi kaçırıp aklımdaki soruyu sordum.

"O nasıl. İyi mi" başını yukarı aşağı salladı.

"Unutmaya çalışıyor" beni mi unutacaktı. Yaptığı her harekette ona daha çok bağlanmamı sağlarken nasıl unutabileceğimi düşünmeden kendi mi unutacaktı.

"Dolunay. Ben eskisi gibi olmak istiyorum dediğin anda yanına gelmeye hazır. Üç aydır bir gün kapıya dayanıp çığırmanı bekliyor. Üç ay oldu üç ay. Ne olur gel barış onunla. Bak üç-" sözünü kesip söylendim.

"Ben ne yapayım burak. Üç aydır ne sesini duydum ne yüzünü gördüm. Söyle ne yapayım, o insan da ben değil miyim. Benim de canım acıyor. Arkamda beni tehdit eden-" dediğim şeyin farkına vardığımda çok geçti. Olan olmuştu. Kaşlarını çattı.

"Arkanda seni tehdit eden kim" kapıyı açıp sınıfa girmeden mırıldandım.

"Görüşürüz" içeri geçip kapıyı kapattığımda herkes elimdekilere baktı. Sırama gidip oturdum zarfı çantamın içine koydum ve bileti ayline uzattım.

"Dolunay. Çözmeyecek misin" başımı iki yana salladığımda başka birini çözmesi için ayağı kaldırdı.

"Hah. Utanmadan bir de bilet gönderiyorlar, sahne arkası özel girişli. Ben olanlardan sonra gelir miyim" telaşla ona baktım.

"Aylin ne olur sen yanlarında ol. Lütfen" kaşlarını çattı.

"Sen gitmiyor musun. Bilet göndermemiş mi sana" iç çekip fısıldayarak söylendim.

"Göndermiş, göndermiş de ben gitmiyorum" şaşkınca bana baktı.

"İyi de neden" omuzumu silktim.

"Yapamam aylin. onu görmeye dayanamam, zaten beni unutmaya çalışıyormuş" elimi tuttu.

"asıl onu yapmalısın. seni unutmaya çalışıyormuş, unutturma. Çık karşısına cesur durduğunu göster. Ben üç senedir karşısına çıkıyorum. Her yüzüne baktığımda o zamanı hatırlıyorum. Beni yakan sevgimi hatırlıyorum. Ben her onun yüzünü gördüğüm gün yanıyorum dolunay. Sen de onu seviyorsan belli etmeden, uzaktan sevmeye alışacaksın. Bunu yapmak zorundasın" sıkıntıyla iç çektim. Zorunda mıydım.

"Peki uzaktan sevmek, canını acıtıyor mu" başını yukarı aşağı salladı.

"O kadar acıtıyor ki dolunay. Aldığın her nefesin onun kokusundan arındırılmış olması. Aranızda her zaman bir boşluk olması çok acıtıyor" kapı bir kez daha açıldı ve bu kez ege içeri girdi.

"Hocam. Aylin biraz gelebilir mi. Sadece birkaç dakika" tereddütle bana baktığında gülümsedim.

"Belki de aranızdaki boşluk gider"....

OYUN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now