17.BÖLÜM

364 63 11
                                    

  Elimde sanki paslı bir zincir vardı ve derime derime pasını sürtüyor, lekesini çıkartıyordu. Sürülen bu virüsün lekesini çıkartmanın artık imkanı yok gibi hissediyordum. Bilinmedik bir zincir bağlıydı ellerime ve o derime sürtündükçe ben daha da kirleniyor ve paslanıyordum. Önceden korkudan nefesim daralır psikolojik olarak öksürürken artık bu belirtilerin hastalık yüzünden olduğunu anlayabiliyordum. Sanki gittikçe virüsün prangası bileklerime bağlanıyor ve beni kendi tarafına doğru hapsederek içine kadar çekiyordu.

  Bir şeylere olan umursamazlığım ölüm yaklaştıkça büyürken nefretim küçülüyordu. Ölüm sanki artık beni aciz ve savunmasız kılıyordu.

  Önceden nasıldım sanki diye soruyorum kendime ara sıra. Cevap yok sanki. Boş duvarlar suskunluklarıyla selamlıyorlar beni. Ne olmalı şimdi diye soruyorum gözlerimden yaşlar süzülürken ama yine kesin bir cevap alamıyorum. Kalabalık bir odadaydım etrafımda insanlar vardı ama aslında ölümün soğukluğu duvarımızı çoktan aşmış bana doğru geliyordu.

  Bugün bende ölümün sessizliği hakimdi. Benim sesim çıkmayalı sanki aylar olmuştu. Unutulmuştu sesimin her bir tonu. Bu yüzden uzun zamandır sadece ölüm konuşuyordu benimle. Ama sanki bugün her zamankinden çok daha sakindi.

  Ne yapmalıydı şimdi bu hastalıklı kız? Nasıl çizmeliydi rotasını? Bundan sonrası artık yok gibi duruyordu benim için. Sanki ışıklar kapanmış günler önce havada yanan havai fişekler kesilmişti. Sanki o elini tuttuğum adam bugün yok gibiydi benim için. Bir yerlerden o da tıpkı ölüm gibi beni izliyor ama sessizliğiyle beni rahatsız ediyordu.

  Şimdi ona saldırmak istiyor. Tokat atmak hatta gücümün yeteceğini bilsem dövmek istiyordum. Ama sanki artık her şey için geç kalınmış gibi hissediyordum.

  Sonum gelmemişti ama bugün her şey bitsin istiyordum. Sanki gözlerimi kapattığımda artık uyanmamalıydım. Bu sessizlik benim ölümüm ile son bulsun istiyordum. Ama her gün olduğu gibi yine gözlerimi açıyordum. Daha yorgun, daha dargın, daha mutsuz...

  Şimdi ise kalemim kırılmıştı ve sanki uzun zamandır söylemem gerekenleri artık söylemem gerekiyor diye düşünüyordum. Ama olduğum yerde düşünüp kendimi yormak nedense daha aciz bir duruma sokuyordu beni. Ölümden bile daha acizdim ben. Acizliğim ile kendi kendimi bitiriyor ve çekilmez bir halatın ucunda sallanıyordum.

  Sanki bugün hesaplaşma vakti gibi hissediyordum. Ölümle, insanlarla, bana bunu yapan vicdansızlarla. Ama olduğum yerde sayıyordum. Bazen gözlerim ona, katilime kayıyordu. Kaçamak bakışlarını artık üstümde görmek istemiyor sadece karşısına geçip ona ''neden?'' diye sormak istiyordum.

  Bu virüsle içimde taşıdığım her şeyi silmiştim. Sanki üniversitede görmek istediğim o çocuk artık benim için görünmezdi. Anıl ile aynı odadaydık ama kalbim en ufak bir sevgi kırıntısı ya da heyecan barındırmıyordu artık.

Anıl'ı sevmiyordum.

  Ama onu artık sevmememe rağmen onun bana devam eden o öfkesi bitmek bilmiyordu. Bu yüzden o benim için Ata'dan daha görünmezdi.

  Sude ise sadece Anıl'ı izliyor ve bana içten içe kızıyordu. Belki de ortada benim asla bilmediğim hesaplaşmalar dönmüştü ya da hala dönüyordu.

Yine de artık her şeyden daha önemli hiçbir şey yoktu benim için.

Kendim bile.

  Biraz sonra Ata'nın bana kaçamak bakışlarını yine yakaladım ve bu sefer kendimi tutamadım. ''Ne bakıyorsun?'' Sert tepkime Ata ilk önce şaşırdı. Odadaki herkes yattığı yerden doğruldu ve birazdan oluşacak kaosun fragmanını izlemeye başladılar.

''Sadece bakıyordum.'' Diyerek yanıtladı.

''Bakma!'' diyerek bağırdım ve yattığım yerden doğruldum. Konuşmaya başlayınca yaşlar gözlerimden istemsiz bir şekilde akmaya başlamıştı. ''Her şey senin yüzünden oldu!'' Konuşurken neden çığlık çığlığa bağırdığımı bilmiyordum. İyi değildim ve şimdi her şeyi dağıtıyor, fırlatıyor ve yerlere savuruyordum.

Elimde olmadan elime geçen her şeyi ona fırlatıyordum şimdi de.

''Neden yaptın?'' diyerek bağırdım. ''Neden o virüsü bana bulaştırdın?''

Krizlerim daha çok artmıştı. ''Senden artık nefret ediyorum!''

Ata şaşkınlıkla beni izliyordu ve konuşmuyordu. Bağırırken ara sıra öksürüyor ve nefesim kesiliyordu.

''Her şey için daha önce defalarca özür dilemiştim.'' Diyerek yanıtladı. Ama sesi tizleşmişti ve ne dediğini anlamak ses tonunun tizliğinden dolayı zorlaşmıştı.

  Şimdi odanın içinde kocaman bir kahkaha patlattım. Hastalıklı bir kızın histerik kahkahalarıydı bunlar. Bir dakika boyunca sadece güldüm ve aynı zamanda gözyaşlarımın gözlerimden akmasına engel olmadım.

  ''Demek pişmansın!'' diyerek bağırdım. ''Peki bu neyi değiştirir gerizekalı?'' Şimdi sinirden mi yoksa güçsüzlükten mi bilmiyordum ama dizlerimin bağı çözülmüştü. Az sonra kendimi yerde buldum. Artık ayakta duracak halim yok gibi hissediyordum ve şimdi sadece ağlıyordum.

  Ata ayağa kalktı ve yanıma gelmeye çalıştı. ''Sakın bana yaklaşma.'' Diyerek onu uyardım. Kendi çabalarımla zorla yerden kalktım. O ara derin bir gök gürültüsüyle bina sallandı. Kendimi zorla yatağa attım ve derin nefesler almaya başladım.

  Şimdi daha iyi hissediyordum ama bu psikolojik olarak iyi hissetmeydi. Hala nefes almada zorluk çekiyor ve sürekli öksürüyordum. Biraz sonra yağmur başladı. Yağmur taneleri camdan aşağı süzülürken ayların verdiği birikimle gözyaşları da benim yanaklarımdan aşağı süzülüyordu.

  Sanki öksürüğüm azaldıkça nefes alamamam artıyordu. Biraz sonra yasak olmasına rağmen camı açtım ve üçü de başıma toplandı.

Hepsi bir ağızdan sordular: ''İyi misin?''

  İyi değildim ama ''iyiyim.'' Diyerek onlara yalan söyledim. Bu dediğime inanmamış olacaklar ki başımdan ayrılmadılar.

  ''Bir hekim çağırsak iyi olur.'' Dedi Sude. Sude'nin lafını bitirmesinden saniyeler sonra boğazımda bir iğne batması hissettim ve şiddetli bir şekilde öksürmeye başladım. Zorla ''Ne-nefes alamı-'' cümlemi tamamlamadan ayağa kalktım ve boğazımı tutarak odada dolanmaya başladım. Korkudan tekrar ağlamaya başlamıştım.

  Odadan birisi telaşla çıktı. Kimin olduğunu anlamamıştım. Daha sonra kendimi yerde buldum. Sanki dizlerimin bağı çözülüyordu.

  Şimdi nereye aittim bilmiyordum. Bu odaya mı yoksa hiç görmediğim o dünyaya mı? Bildiğim tek bir şey vardı. Şimdi ben cehennem çukurunun tepesinde, bir ipte bekliyordum ve ölümün efendisi yavaş yavaş o ipi keserek sonumu çiziyordu. 

KARANTİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin