24.BÖLÜM

184 22 5
                                    

  Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Çocukluğumdan bu yana düşündüğüm tek şey sevgiyi nerede bulabileceğimdi. Zaman geçtikçe anladım ki sevgi, kazanıldıkça anlaşılan ve tadılan bir duyguydu ve ben o duyguyu hiç tadamamıştım. Şimdi ise sanki bir hapiste, parmaklıklar ardında dışarıyı izliyordum. 

  Önceden sevgiye ulaşamıyorken şimdi ise özgürlüğüme hem çok yakın hem de çok uzaktım. Ufukta doğan o güneş sanki artık doğmuyor gibiydi. Kulağıma çalınan çocukluğumun müziği artık tiz ve boğuktu. Aylardır bir odanın içerisinde öylece ölümü beklemek sahip olduğum her şeyin sesini kısıyor gibiydi. 

  Ben bile artık konuşamazken sahip olduğum tek bir şey bile nasıl hala eskisi gibi bana ait olabilirdi? Şu an ince bir ipte duruyor ve bedenimden uzakta olup en aşağıda yana o ateşe düşmemek için direniyordum. 

  Yaşamak ve yaşamamak arasında verdiğim bu çaba nasıl bu kadar yorucu olabiliyordu? Akışına bırakmak beni her geçen gün daha da yavaşlatırken harekete geçmek aslında yazılmış ve karar verilmiş sonuma doğru koşmak gibi geliyordu. 

  Aylardır bu hapishanede bir denek gibi bekletilip acı çekmekten mi yorulmuştum yoksa hala yaşamanın verdiği bu isyanla, bu hastalıklı yataktan dışarıyı izlemekten ve ölümü zorla da olsa ellerimle itmekten mi yorulmuştum bilmiyordum. 

  Anlam veremediğim bu yorgunluk beni yanlış kararlar almaya itse de artık yapmam gerekeni buradan çıkan her bir ölüyü gördükçe anlıyordum. Sadece asıl yapmam gerekeni nasıl yapmam gerektiğini tam olarak bilmiyordum. 

  Bu karantin beni sadece yaralamamış hastalıklı olan ruhumu da parçalamıştı. Ve sanırım artık ne yapmam gerektiğini biliyordum. Yapmam gereken o sayılı seçeneğime rağmen, en yapılmaması gereken o şeyi yapacak ve son zamanlarımı birazda olsa rahat geçirmek için çabalayacaktım. 

  Peki bu bir yatakta, kutu bir odanın içerisinde mi olmalıydı yoksa dışarıda kimsenin bana ulaşamayacağı sessiz, ölümü çağrıştıran bir yerde mi olmalıydı ? Anıl'ın o son sözleri bana uzun bir düşünme fırsatı vermişti.

 Günlerce o odada kimseyle konuşmadan, artık temizlenmediğinden kirlenmeye yüz tutmuş o pencereden dışarıyı izleyerek karar vermiştim bir şeylere. Bizimle eskisi gibi ilgilenmediklerini biliyordum. 

  Hatta sırf virüsü almamak için ellerine taktıkları o eldivenlerden artık kurtulmak istediklerini de biliyordum. Bazen bakışlarının altında ''artık ölsünler, ya da bırakalım gitsinler!'' adlı o nefret dolu bakışları sezsem de beni bazı kararlar almaya iten aslında başından beri izlediğim o pencerem olmuştu. 

  Bir pencerenin temizlenmesiyle bile ilgilenemeyen ben mi daha zavallıydım yoksa tek özgürlüğümüz olan o pencerenin temizliği ile ilgilenmeyen bu görevliler mi daha zavallıydı artık kestirememiştim. Artık dışarıyı uzaktan bile soluk, ruhsuz ve kirli görmeye başladığım o anda kararımı çoktan vermiştim. 

  Düşünceler ya da fikirler hatta bakışlar bile beni geri dönüşü olmayan bir yola sürükleyememişti ama bu kirli pencere aslında tüm özgürlüğümün elimden alındığına dair mükemmel bir kanıttı. Belki de bu yüzden bir gecede ani bir karar vermiş ve kafamda delice olan fikri uygulamıştım. 

 Şimdi ise dışarıda temiz havayı ciğerlerime doğru çekerek nefes alırken özgürlük için neden bu kadar geç kaldığımı düşünmeden edemiyordum. Aylar geçmişti ve öncesinde yapabildiğim tek şey penceremden dışarıyı izlemekken artık o buharlı, kirli pencerenin camını kırıp kendimi dışarıya, özgürlüğe doğru savurmuştum. 

  Bundan böyle öncesi olmayacaktı ama sonrası çok karışıktı. Bizi kimlerin arayacağını, soracağını bilmiyorduk. Bazıları bizden nefret edecekti bazıları ise hiç umursamayacaktı. Bu yüzden sessizliğime bin katarak ve gözlerimi kapatarak soğuk havanın tenime değmesine ve beni yavaşça okşamasına izin verdim. 

  Bundan sonrasının çok daha farklı olacağını hissetsem de daha mı iyi olacağını yoksa daha mı kötü olacağını kestiremiyordum. Ve şimdi önceden şikayet ettiğim bu hayatı yine farklı bir şikayet ile kucaklıyordum. 

  Yapacağım ilk şey ne olmalıydı bilmiyordum. Sadece bu özgürlüğün tadını çıkartmam gerektiğini biliyordum. Ne kadar uzun ya da ne kadar kısa süreceğinin bir önemi yoktu çünkü insan özgür bir biçimde yaşamalı ve özgür bir biçimde ölmeliydi. Ve şimdi dağınık uzamış saçlarıyla beni izleyen ve gözlerinde hafif korku taşıyan o çocuğa bakıyordum. 

  Bana o hapishaneden çıkma teklifinde bulunduğunda gözlerinden bana bir ayna gibi yansıttığı o ateş yoktu artık. Biraz korkuyor gibiydi biraz da tedirgin. Bazen arkasına bakıyordu bazen ise beni izliyordu. 

 ''Peki şimdi ne olacak?'' dedi tedirgin bir biçimde. 

 Ama sesinde asla oraya dönmeye niyetli bir ton yoktu. 

''Bundan sonrasının ne olacağını bilmiyorum sadece bildiğim tek bir şey var.''

 ''Nedir?'' 

''Bir daha oraya asla dönmeyeceğim.'' 

KARANTİNAWhere stories live. Discover now