32.BÖLÜM

65 20 3
                                    

Etraf bomboştu ama bende boşluğa düşmüş gibiydim. Kulağıma gelen uğultular ve bedenimi saran bitkinlik şu beş dakika içinde olanları açıklayacak gibi durmuyordu. Karanlık, kasvet ve yalnızlık. İşte son bir senedir bu üç kelimenin içerisinde kaybolmuş gibiydim. 

Sağ tarafıma baktığımda Anıl yanımdaydı ama Ata yoktu. Anıl ağzının içinde homurdanmaya başladı. ''Piç kaçmış. Ne ara kaçtı bu..'' 

Şimdi onu düşünecek halde değildim. Esintili hava beni biraz kendime getirse de sessizlik beni durduruyordu. Anıl ile birlikte yavaş yavaş yürümeye başladık. Kaç adım attığımızı bilmiyordum ama tahminime göre üçüncü ya da beşinci adımımızda ışıklar yanmıştı herkes etrafımızı sarmıştı. 

''Etrafınız sarıldı teslim olun!'' 

Bu anı, bu sesleri kafamda defalarca kurgulamış ve hayal etmiştim ama hayal kırıklığım ve çaresizliğim hayallerimde kurguladığım andan daha acı verici olmuştu. 

Öncesinde iyi bir hayatım yoktu ama en azından yaşıyordum. Sonrasında bilinmedik bir virüsün vücuduma enjekte edilmesi ile birlikte kendimi hayal bile edemeyeceğim bir kabusun içerisinde bulmuştum. 

Bazen tüm bunları yaşarken gözlerimi kapattım ve gözlerimi açtığımda evde olmayı diledim. Ya da o okulda kaldığımda burnuma gelen kötü vücut kokumun aslında kabuslarıma ait bir koku olmasını ve eve dönemeyecek bile olsam en kötü ihtimalle hiçliğe hapsolmayı istedim. 

Bu hastalık yüzünden yargılanmak ve sırf kaçtığım için sorgulanmak, insanların benden korkması. 

Tam anlamıyla körlüğün içine hapsedilmiştim sanki. 

Bizden tam olarak ne yapmamızı istiyorlardı?

''Teslim olun.'' Aynı cümle ikince kez anons edildiğinde aslında ölmemizi dilediklerini anladım. Bir adım daha atmamız ve silahsız bir şekilde onlardan uzak durmamız ve bizden hala teslim olmamızı istemeleri. 

''Hayır'' dedim içimden defalarca. Siz bizden teslim olmamızı istemiyor, sadece ölmemizi istiyorsunuz.

Anıl ile donmuş gibiydik. Ellerimi iki yana açtım ve bu anlamsız tiyatroyu seyretmeye başladım. Bize doğru doğrultulan silahlar ve temkinli bakışlar. Sanki bir adım daha atarsak o kurşun ikimizin de beyninden geçecek ve bizi bu soğuk taşlaşmış betona dökecekti.

''Teslim olun.''

''Hay ana..'' Anıl'ı susması için kolum ile dürttüm. ''Zaten silahımız yok.'' diyerek bağırdım. Ne için teslim olmamızı bekliyorsunuz?''

Bu cümlem polisleri durdurmamıştı hala ışıklar gözlerimi alıyor silahlar aşağı inmiyordu. 

Kısa süreli sessizlikten sonra polis konuşmaya devam etti. 

''Bize doğru gelmeniz lazım. Birazdan önünüze bir çanta atacağız. İçindeki eldivenleri alıp ellerinize takıp yavaş yavaş kapısı açık polis aracına binmeniz gerekiyor.''

''Başka emrin var mı? Sonra ne olacak? Araba mı patlayacak?'' 

Polis sakin konuşuyordu ama sabırsız gibiydi. ''Sizi geri götüreceğiz.'' 

''Ha'' dedi Anıl dans etmeye başlayarak, ''harika.'' 

Bu hali beni güldürmüştü. Ama saniyeler sonra ruh hali değişmişti. ''Yani diyorlar ki'' diyerek bağırmaya başladı. Artık meydan okurcasına ortada duruyordu ve kollarını iki yana açmıştı. ''Sizi yavaş yavaş öldüreceğiz.'' 

''Bizi yavaş yavaş öldürecekler Duru. Duyuyor musun?'' 

''Sakin ol. Gel yanıma.'' diyerek fısıldadım. 

Derin derin nefesler alıp vermeye başladı. Başı dönüyor gibiydi. Zoraki bir şekilde yanıma geldiğinde  dengesini koruması için kolundan tuttum. 

''Tamam tamam. İyiyim.'' 

Ama iyi değildi. 

''Bakın yapmanız gerekenler basit. Kimse size zarar vermeyecek. Yapmanız gereken tek şey eldiven takıp şu ekip aracına binmeniz.'' 

Bu cümleden sonra yaklaşık bir dakika kadar etrafı süzdüm. Polisler, ekip arabaları ve silahlar. Önümüz arkamız sağımız solumuz her yer sarılmıştı. Anıl çaresiz bir şekilde duruyordu. Bazen ona kendimden daha çok üzülüyordum. 

Onu tanıdığımda benim aksime gülen, enerjisi olan birisiydi ama bu durum onunda psikolojisini bozmuştu. 

Derin bir nefes aldım. ''Tamam. Çantayı gönderin.''

Çanta önümüze fırlatıldı. İçindeki eldivenleri çıkartıp taktıktan sonra yürümeye başlamıştık ki bizi durdurdular. 

''Durun! Talimat vermeden yürümeyin.'' 

''Şimdi senin talimatını...'' Anıl'ı susması için dürttüm ve olduğumuz yerde beklemeye başladık.

 Yaklaşık beş dakika sonra yaklaşmamızı söylediler. Aslında büyük adımlar attığımı düşünüyordum ama baktığımda adımlarım o kadar ufaktı ki sanki aramızdaki mesafe küçüleceğine büyüyordu. 

Az sonra sert bir çıtırtı sesi gelmesiyle herkes durdu. Silahlar birden yönünü değiştirdi. Arkamıza odaklanan ışık ve silahlara baktığımda Ata'yı gördüm. Eldivensiz eliyle silahını, eldivenli eliyle ise rehin aldığı polisi tutuyordu. 

''Yolun sonuna geldin. Teslim ol !'' 

Ata tüm cüretkarlığı ile cevap verdi. ''Asıl siz teslim olun.'' 

Sesindeki cüretkarlık ve tınısında yer alan sabırsızlık, buradaki herkesin sonunu çizecek şekilde çizilmişti. Şimdi saat kaç sularıydı bilmiyordum. Hava artık yavaştan aydınlanıyordu ve benim tek bildiğim, tehlike çanları bu sefer herkes için çalıyordu.



KARANTİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin