21.BÖLÜM

246 27 18
                                    

''Dört Birlik'' adında yeni bir hikayeye başladım. Okuyup destek olursanız çok sevinirim.

Gökyüzünün karartısı bugün gözlerimi oyuyor gibiydi. Gittikçe kollarımdaki ve bacaklarımdaki ağrıların artması beni daraltıyordu. Ölümün bana uzaktan göz kırpışı beni kendi içimde daha sessiz ve hırçın bir hale getiriyordu.

Bu kadar karamsarlığı ben değil, düşüncelerimin oluşturduğu o halka yapıyordu. Ben sanki o halkanın arasındaydım ve gittikçe o halkanın içinde kayboluyordum. Halka daraldıkça küçülüyor, ufalıyor ve bir toz tanesine dönüşüyordum.

Şimdi ise yatağımda, ayağımda pranga ölüm saatimi bekliyordum. Çanlar benim için ne zaman çalacaktı? Birkaç saniye içinde ya da bir sene sonra?

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Sonbahar kötüydü, kış ondan daha kötüydü. Şimdi ise Şubat ayının son demleriydi. Yakın bir zamanda bahar ayı bizim için gelecekti. Peki bahar nasıl olacaktı? Tekrar derin bir nefes aldım ve soruyu kendi kafamda yanıtladım. ''Kötü hatta kötünün kötüsü.''

''Bu kadar karamsar olmayı nasıl başarıyorsun?'' Gözlerimi açtım ve karşımda duran Ata'ya baktım. Ona cevap vermek istemiyordum ama cevap vermem için ısrarla gözlerime bakıyordu. Bazen tüm yaşananların onun yüzünden değilmiş gibi davranması sinirime dokunuyordu.

''Karamsar değilim sadece objektif bakıyorum. Şu an yaşadığımız hayat, uzaktan bakan birisinin görüp kaçmasını gerektirecek kadar ideal.''

''Merak etme, yakında her şey düzelecek.''

Derin bir nefes aldım ve onu öldürme isteğimi bastırdım. ''Tabii ne demezsin, kesin öyle olur.''

Sürekli bu tür şeyleri ima ediyordu ama eğer dediği gibi her şey bitecekse ve bu durumdan kurtulma ihtimaliz varsa bu ihtimal dahilinde kendisi kesin yaşayacak oluyordu. Bize ne olacağı ise belli değildi.

''Anladım sen sürekli kendinin kurtulacağı hikayelerde buluyorsun kendini ama ben senin kadar iyimser değilim. Gerçeklere tutunmak daha mantıklı geliyor.''

Gülümsedi. ''Bugün yağmur yok.''

''Evet ama yağmuru seviyorum. Bu arada hiç dikkatini çekti mi bilmiyorum ama bu olaylardan beri hiç güneş açmadı. Sanki kara bir çağı yaşıyoruz ve o kara delik bizi içine doğru çekmeye çalışıyor. Gökyüzüne baksana.''

''Haklı olabilirsin.''

''Olabilirsin değil ya, bence kesin öyle.''

''Gülümsedi ve boş odaya baktı. ''Anılsız ne kadar da sakin.''

''Bunu istersen bir de o gelince söyle.''

Birden ciddileşti. ''Söylerim tabii. O veletten mi korkacağım? Herkese saldırmaya çalışan ergenin teki.''

Kahkaha patlattım.

''Ne gülüyorsun?'' dedi ciddi bir şekilde, ''gülünecek ne var sanki?''

''Hiç.'' Dedim bir anlık içime çöken ölüm korkusuyla. Bir an nefesim kesildi gibi hissettim ve telaşla camı açtım.

Birden yanımda belirdi. ''İyi misin?''

''Sadece...'' dedim kendimi zorlayarak, ''bazen nefes almakta zorluk çekiyorum.''

''Hemen doktor çağıracağım.'' diyerek hareketlendi. Onu kolundan tuttum, ''hayır, gerek yok.''

''Ama olmaz bir şey olabilir.''

Hayır anlamında başımı salladım. ''Cidden iyiyim şimdi. Doktora gerek yok.''

Az sonra gök gürledi ve yağmur çiselemeye başladı. Yağmur taneleri tek tek yerlere damlıyordu ve gök gürültüsünün semadaki ışıltısı bize adeta merhaba diyordu. Yağmur tam olarak tepemize yağmasa bile çiselemesi yüzümüze sıçrıyordu.

Kış ayında olmama rağmen nadir üşüyordum ve o günde o günlerden birisiydi. Çiselenen yağmur mırıltısıyla bizi mayıştırıyordu. Az sonra kapı birden açıldı ve sert bir şekilde kapandı. Kimin geldiğini anlamak zor değildi ama bakıp Anıl'ın hırçınlıklarını çekmek yerine, soğuk havanın tenimize işlemesini izlemek daha iyi gibi duruyordu.

Az sonra Anıl konuştu, ''bu şerefsizle nasıl yan yana duruyorsun?''

Ata sinirle içeri girdi ve yakasına yapıştı. Telaşla ne yapmalıyım diye düşündüm ama sağlıklı bir karar veremeyeceğim kesindi. Biraz sonra yumruklar havada uçuştu. Sağlık çalışanları içeri girmişti ama mümkün olduğunca bizimle temas halinde olmamaya çalışıyorlardı. Sadece ''sakin olun, ayrılın.'' Tarzı cümleler kuruyorlardı. Biraz sonra korumalı kıyafetlerle birisi geldi ve ikisini sert bir şekilde ayırdı.

''Siz çok oldunuz. Kendinizi nerede sanıyorsunuz? O kadar hasta, o kadar olay hiç mi akıllanmıyorsunuz!''

Hayatımda hak verdiğim insanlar nadirdi ve bu doktor hak verdiğim insanlar arasında yerini almıştı. Dertleri neydi bilmiyordum. Ölüm kapımızdaydı ve ben gittikçe kötü hissediyordum. Onlar kavga edecek cesareti ve enerjiyi nerede buluyorlardı, hiçbir fikrim yoktu.

Sonunda ayrılmışlardı ama birbirlerine hakaret ve küfür etmeye devam ediyorlardı. Az sonra Anıl konuştu, ''bu iğrenç pisliği hala hangi kafayla burada tutuyorsunuz? Başımıza ne geldiyse hepsi onun yüzünden. En iyisi bırakında öldüreyim çünkü sizin yapacağınız yok.''

''Duru mesela,'' dedi bana imalı bakarak, ''onun ilk öldürmek isteyenler listesinde başta olması gerekirken, onu sürekli bu şerefsiz ile sohbet ederken buluyorum.''

''Ne yapayım?'' diye bağırdım. ''Senin gibi herkese saldırıp kavga edip etrafı savaş alanına mı çevireyim?''

''Bir tepki koysan yeterdi.'' Dedi ayağa kalkarak. ''Sadece bir tepki.''

İçerde herkes sıkıntıyla iç çekti. Yağmur şiddetini arttırmıştı ama biz bunun farkına sadece etraf sakinleşince varabilmiştik. Az sonra Anıl yatağına yürümek için hareketlendi. Yanımızdan geçerken nefret dolu bakışlarını üstümde hissetmiştim.

Bu okula başladığımdan beri derdi ne anlayamamıştım. Herkesle uğraşma ve kavga halindeydi. Onu asla anlamıyordum.

Az sonra bir pat sesi odayı doldurdu. Herkes korkuyla sesin geldiği yere baktığında Anıl'ı yerde görmüştük. Tir tir titriyordu. Korumalı kıyafetlerin içindeki bir adam telaşla hareketlendi: ''Kriz geçiriyor. Acil müdahale odasına götürüyoruz.''

Neredeyse şok olmuştum. Az önce nefret tohumları eken o çocuk şimdi yerde çaresiz bir şekilde yatıyordu. ''Yaşam'' diye fısıldadım kendi kendime. ''ölümle arasında ne kadar da ince bir çizgi var.'' 

KARANTİNAWhere stories live. Discover now