6.BÖLÜM

798 230 13
                                    

   Kitabımın büyümesi için okuma, oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var. Yazdığınız iyi bir cümle gibi herhangi bir eleştiri de moral kaynağı olabilir. Şimdiden iyi okumalar dilerim. 

 İçimi kavuran ve beni günden güne eriten bir zehir beynimden ayaklarıma doğru akıyordu. Bedenime saplanmış o hançer ise beni ölüme karşı bir ağ gibi örüyordu. Kulaklarıma doğru fısıldanan ölümün en acı melodisi artık kendime gelmem için beni sarsıyor ama o da gözlerimin önünde yaşanan olaylara karşı tepkisiz kalıyordu. Gözümün önüne serpilen kanlar ve cansız bedenler hiç olmadığı kadar gerçekti. Onları ne aklımdan ne de gözlerimden silemiyordum.

   Şimdi ise belirsizlikler ve çıkmazlar arasında buğulu gözyaşlarının ördüğü ince bir perdenin ardından neler olacağını merak ile izliyordum. 

  Bizi özgürlüğün mü yoksa kocaman bir esaretin mi beklediğini kırık cam parçacıklarının ardından izliyorduk.

   Kendini bile unutmuş o adama baktığımda sadece korkuyordum. Elinde tuttuğu silahtan taşıdığı virüse kadar hiçbir şey ona ait değil gibiydi. Tedirgindi ve az öncesine kadar sadece bizleri rehin alan birisiyken artık katildi. Kendi arkadaşlarının, bizlerin hatta kendisinin...

   Artık ölümden öte bir düşman besliyorduk. Artık hesap vermek zorunda değildi ve bize istediğini yapabilirdi. Bu kadar polisi ezip geçebilecek bir bariyere sahipti ve o bariyer de bizdik. Herhangi birimizi kullanabilir, öldürebilir ve burada istediği kadar kalabilirdi.

   Salınan dalgalı saçlarının arasında elleri sanki kayboluyor ve her stresli hissettiğinde o dalgaların arasına elleri karışıyordu. Artık onun da kulağında ölümün en tiz melodisi çalıyordu. Kafası karışıktı ve artık düşünecek boyutta değildi. Bu kadar şeye rağmen üzüldüğüm tek şey hala yaşıyor olmamdı. Bu genç beden görmesi gereken en ağır şeyleri görmüştü.  Artık kaldıramayacak boyuta geldiğim zaman ise beni ayakta tutan şeyin ne olduğunu hala bilmiyordum.

   Belki de her şeyin bir zamanı olduğu gibi sonumuzun da bir zamanı vardı. Bir gün dağılmış kıyılarımıza vurabilecek en sert gemi vuracaktı ve bizi dalgalarının arasına, sonsuzluğa doğru çekecekti.

   Ata Sancak'a baktığımda çaresiz ve gözü dönmüş bir adam görüyordum. Elinde ki silahla bir deli gibi etrafta dolaşıyor ve gözü sürekli camları takip ediyordu. Onu uyarmak için yanlış bir zamanı seçtiğimi biliyordum ama bunu yapmam gerektiğini de hissediyordum.

   ''Köşeye sıkıştın. Bence teslim ol.'' Dönmüş gözlerle bana baktı. ''Öyle mi dersin? O zaman önümdeki engelleri temizleyeyim bari.'' Sert bir şekilde kolumdan tuttu ve beni okulun kapısına doğru götürmeye başladı. Beni kapıdan çıkartacağını sanmıştım ki kapının 10 adım gerisinde durduk. Beni yere oturttu ve kafama silah dayadı, ''sakın yerinden kalkma yoksa kafanı dağıtırım.'' Bir şey demeden kapıyı izlemeye başladım. Polisler yaklaşmıştı ve içeri girmek için hazırlanıyorlardı. Az sonra yanıma üç kişi daha geldi. Göz ucuyla onlara baktığımda yanımda olan kişilerin Anıl, Kaan ve Sude olduğunu gördüm. Sude sessizce ağlıyordu. Kaan daha sakindi ama gözlerinin altında endişe yattığına emindim. Anıl ise aynıydı. Yine anlamsız bir sinir ve gözü dönmüşlük...

   Az sonra yanımıza iki öğrenci daha geldi. Birisi güzel sanatlar fakültesinde okuyan bir öğrenciydi. İyi bir kızdı ve şuan yüzünde korkudan öte bir duygu gözükmüyordu. Diğer öğrenciyi   ise tanımıyordum. Şuan kapının önünde sıralı bekleyen altı kişiydik ve psikolojisi çökmüş, hastalık taşıyan bir adam tarafından rehin alınmıştık.

   İsteği basitti. ''Ya bu altı kişi ya da ben. Seçim sizin.'' Arkamızda tuttuğu silahın anlamı tam olarak bu cümlelerdi. 

  Hissettiklerimiz kelimelere dökülemeyecek kadar değerliydi. Sadece bizi gerçekten görebilen o insanların arasında anlam kazanıyordu. Bu yüzden korkuya kapıldığım anlarda bile gözlerimi kapatmadım ve polislere içimde tuttuklarımı bir çift yeşil gözün arasından anlatmaya çalıştım.

   Artık bizi görüyorlar ve bu meydan okumak karşısında ne yapmaları gerektiğini süzgeçten geçiriyorlardı. Silahları ellerinde bir zincir misali sarılıydı ama eskisi gibi cesur hissetmiyorlardı. Önlerinde ezmeleri gereken altı kişi vardı. Az sonra polislerden birisi iki adım öne atıldı ve konuşmaya başladı. ''Daha bir ay bile olmadan birçok suç işledin ve belki de birçok insanın canına kastettin. Kaçacak hiçbir yerin yok. Onları öldürsen bile seni yakalayacağız. Cidden buradan kaçabileceğini mi düşünüyorsun? Çok toysun evlat.''

   ''Evlat? Kulağa duyması garip geldi. Tabi evlat kelimesinden daha garip bir kelime varsa o da toy olduğumu söylemeniz. Toy insanın hatası pek çok olur hiç mi şahit olmadınız? Her neyse eğer beni yakalamış olursanız bu altı kişi zaten yaşamayacak. Bunun hesabını üstlerinize nasıl vereceksiniz?'' Adam derin bir nefes verdi. ''Ne istiyorsun?''

   Ata Sancak bir süre düşündü daha sonra konuşmaya devam etti. ''İlk önce silahlarınızı bırakmanızı istiyorum.'' Polis arkasında duran polislere eliyle işaret verdikten sonra tüm silahlar yere koyuldu ardından Ata Sancak konuşmaya devam etti. ''İkinci istediğim ise ilkinden daha basit. Sizi burada görmek istemiyorum. Şimdi buradan çıkacaksınız ve bir daha gelmemek üzere gideceksiniz. Bakın beni sakın oyalamaya ve kandırmaya çalışmayın. Pencerenin ardında gördüğüm tek bir insan tanesi için bu okuldan bir kurban çıkacak. Hangisi daha cazip geliyor? Karar sizin.''

   Polisler tedirgindi ve gözleri ara sıra bizi yokluyordu. Bakışlarımın konuşan polise ulaşmış mıydı bilmiyordum ama gözleri ara sıra beni yokluyordu. ''Bak bu dediklerin mümkün değil. Okulda virüs olduğu endişesi kol geziyor.  Burada öldürmekle tehdit ettiğin her öğrenci her öğretmen günden güne ölüme yaklaşıyor hatta sen bile bu virüsü kapmış olabilirsin. Yol yakınken vazgeç ve teslim ol başka seçeneğin yok.'' 

  Burunların sonuna kadar çekilmiş maskeler ve neredeyse kolları saracak o eldivenler bana ölümü hatırlatıyordu. Eğer bana doğru doğrultulan o silah benim sonum olmayacaksa bu eldivenler belki de bazı tıbbi elbiseler ve maskeler beni ölümün kıyısına doğru sürükleyecekti.

  Seçim için pek şansım yok gibi duruyordu. Dakikalar sonra neler olacağını görecektim.

   Bir süre etrafta sessizlik hakim oldu ama bu da her şey gibi kısa sürmüştü. Ata Sancak tüm koridoru inletecek büyük bir çığlık attı. Sanırım sinir krizi geçiyordu. Bununla birlikte polisler bir adım geri attı. Biz ise korkuyla birbirimize kaçamak bakışlar attık. Arkaya bakmak istiyordum ama bir silahla ölme ihtimali ne kadar kolay gelse de beni korkutuyordu bu yüzden sadece polislere bakmaya devam ettim.

''Hayır!'' diyerek tekrar bağırdı ve Sude'yi çektiği gibi rehin aldı. ''Ya şimdi buradan çıkarsınız ya da bu kızı gözünüzün önünde öldürürüm.''  Bu teditvari cümleler bizleri nereye sürükleyecekti bilmiyordum. Tek bildiğim şey birazdan silahların patlayacağıydı ama bu sefer bu yabancı kanların sahibi kim olacaktı bilmiyordum. Belki ben olurdum belki de Sude hatta Ata Sancak bile olabilirdi.

   Az sonra beni korkutacak iki ses duymuştum. Birisi dışarıdan gelmişti diğeri ise çok yakınımdan. Birinci sesin nereden geldiğini anlamak için dışarıya baktım. Bir gök gürültüsüydü. Yağacak yağmura göz kırpıyor ve felaketimize ufak bir kibrit çakıyordu. Çok yakınımdan gelen diğer ses ise bir silah sesiydi. Yerlere bilmediğim kan tanecikleri yavaş yavaş damlıyordu. Kulağımı patlatan o sesin mermisi kime isabet etmişti bilmiyordum belki bendim belki de başkası...

 Emin olduğum tek bir şey vardı: Bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. 

KARANTİNAWhere stories live. Discover now