27.BÖLÜM

198 20 4
                                    

Uzun zamandır hem hiç olmadığım kadar özgür hem de hiç olmadığım kadar tutsaktım. Dışarılarda bir yerde nefes alıyordum ama yanımdan, köşemden geçen her insan bile tedirgin olmama sebep oluyordu. 

Kapalı olup aylardır açmayan havaya bile alışmışken dışarıda olmama alışamıyordum. Artık sadece kaçak değil hem de katildim. Evet teorik olarak birini öldürmemiştim ama birinin ölümüne tanık olmuş ve oradan hiçbir şey olmadan ayrılmıştım. 

İşin en kötü tarafı yakalandığımız zaman bize inanacak hiç kimse yoktu. Ne kadar zor durumda kaldığımıza ve istemediğimiz şeyleri yaptığımıza hiç kimse inanmazdı. Bu yüzden de korkuyordum ve ilk kez o çukura geri dönmeli miyim diye istemsiz bir şekilde düşünüyordum. 

Sahi , şu an bulunduğum durumun düştüğüm çukurdan bir farkı var mıydı bilmiyordum ama gittikçe batıyordum sanki. Yanımda olan kişiler hiçbir şey olmamış gibi rahatken ben sadece yaşadıklarımın ağırlığını değil onların yaşadıkları ağırlıkları da taşıyormuşum gibi hissediyordum. 

Şu an öğlen saatleriydi ve surlarda oturuyorduk. Ata çantasına attığı ya da çaldığı yiyecekleri önce bana daha sonra ise Anıl'a uzattı. Anıl dünden beri en sessiz ve sakin olanımızdı. Neden bu kadar sakin olduğu hakkında ise bir fikrim yoktu. 

Belki yaşadığımız olayın şokunu hala atlatamamıştı belki de bir şeyleri söylemek ve yapmak için doğru zamanı bekliyordu. 

Elimdeki sandviçi yiyip suyumdan bir yudum alırken günlerdir ne kadar acıktığımı yeni yeni fark ediyordum. Bir şeyler sormak istiyordum. Mesela Ata'nın oradan nasıl kaçtığını merak ediyordum daha sonra bizi nasıl bulduğunu.

Ama yaşadığımız tüm sorunların üstüne bu belki de sorulacak en son şey bile değildi bu yüzden bu sorumu şimdilik kenara bırakmıştım. 

Az sonra  yanımızdan üçlü arkadaş grubu geçti ve sessizliğimizin üstüne daha derin bir sessizlik eklendi. Hava soğuktu bizim evsizlerden pek farkımız yoktu. 

Biraz sonra Anıl konuştu. ''Bi dışarı çıkıp adam öldürmediğimiz kalmıştı o da tam oldu.'' 

Sinirle gözlerimi devirdim. Yine başlamıştık. 

''Ölümle burun buruna geldiğinde de bu cesarette olmanı beklerdim açıkçası.'' 

Anıl sinirle elindeki sandviçi Ataya fırlattı. Suyu ise önce yere fırlattı daha sonra sinirle su şişesine bir tekme vurdu. Uçan su şişesi surlardan aşağı düştü. Yemeğimi yere bıraktım ve onları ayırmak için hareketlendim ama çoktan kavgaya girişmişlerdi. 

Çok fazla bağıramıyor ve yardımda isteyemiyordum. Yakalanmaktan ve o mahzene dönmekten korkuyordum. Ama saniyeler sonra vücuduma bir sinir enerjisi enjekte edilmiş gibi hissettim ve tüm gücümle bağırdım. 

''Yeter!'' 

Birbirlerine vurdukları son yumrukla ayrıldılar ve bana döndüler. İkisi de nefes nefeseydi ve yüzleri kan içindeydi. Ayakta duracak halleri bile yoktu. Artık onları görmek bile istemiyordum. 

''Artık sizi görmek bile istemiyorum. Ben gidiyorum!'' 

İkisi de aynı ağızdan konuştu. ''Saçmalama.'' 

Geri geri giderken bana doğru geldiklerini fark ettiğimde elimi havaya kaldırdım ve onları durdurdum. ''Bir daha sakın karşıma çıkmayın. Sizi görmek bile istemiyorum.'' 

İkisi de şok olmuştu ama bu artık umurumda bile değildi. Surlardan yola indiğimde artık daha rahat ve özgür hissediyordum. Onların kavgalarından laf sokmalarından bıkmış usanmıştım. Yakalanma riskimizi bile bile böyle yapmaları ve davranmaları beni çıldırtıyordu. 

Derin derin nefesler almaya başladım ve yaklaşık on dakika sonra eldivenlerimin elimde olmadığını fark ettim. ''Hay, siktir!'' diye söylendim ama artık oraya dönemezdim. Şehitliğe karşı yürürken nereye gidebilirim diye düşünüyordum ama aklıma sakin yerler gelmiyordu. 

Saatlerce Edirnekapı ve Şehitlik arasında gidip geldikten sonra gelen kalabalık otobüse bindim. İğne atılsa yere düşmezdi herkes elden ele akbillerini uzatırken ben belki de fark edilecek en son şeydim. 

Ellerim cebimdeydi ve sanki bir güç ellerimi yumruk yapmış bir şekilde cebimde tutuyordu. Az sonra birisi bana akbilleri uzattı. ''İleriye gönderir misiniz?'' 

Şok içinde akbillere baktım kız ise tuhaflığıma bakıyordu. Az sonra beni tanır gözlerle bakar gibi oldu ama emin olamadı tam o sırada akbilleri başka bir çocuk aldı ve ileriye gönderdi. Yaklaşık yarım saat sonra Kavacık Köprüsünde indim. 

Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı ve insanlar sokaklarda zaman geçtikçe azalıyordu. Köprünün altlarında caddeye uzak fazla dikkat çekmeyecek bir yere çömeldim. Korkuyor gibiydim ama aslında korkmuyordum sadece tedirgindim. 

Yaptığın şeyden pişmanlık duymuyordum. Onları artık görmek bile istemiyordum. Yaşadığımız tüm her şeyin üstüne birde onlarla uğraşmak ve onların kavgaları ve gürültüleri yüzünden yakalanmak istemiyordum. 

Belki de unutulduktan sonra yurt dışına kaçardım. Belki de sabah üstü bir kenarda soğuktan ya da aldığım bıçak darbelerinden ölü bulunurdum. Her türlü ihtimali düşünmek gerekiyordu. Benim gibi hasta bir insana göre yaşamayı umut etmek artık çok uzak bir istekti. 

Gün geçtikçe, birileri gelip ''iyileşeceksin,'' dese bile bu dediğine sevinecek o yaşama isteğimi kaybettiğimi hissediyordum. Sanki birkaç satırlık ömrüm kalmıştı ve beni gün dolduruyordum. 

Hava iyice karardıktan ve insanlar tamamen azaldığında anladım ki gece yarısı olmuştu. Bunun yanında ağırlaşan göz kapaklarımda artık uyumam gerektiğine işaret ediyordu. 

Az sonra yakınımda bir ayak sesi hissettim ve uykulu ve uyanıklık arasında sıçradım. Birkaç saniye bekledikten sonra ses kesildi ve bunun bilinç altımın bir oyunu olduğunu anladım.

Ama yanılmıştım. 

Biraz sonra yanımda birisi belirdi. Sokak serserisiydi ve ne istediğini anlamak pekte zor değildi. Bağırsam bağırabilirdim ama bağırdığım an neler olacağını az çok tahmin ediyordum. Korkuyla yerimden kalkmaya çalıştım ama yokuş aşağı yuvarlandım. 

Hızlı bir şekilde olduğum yerde doğruldum ama beni kendine doğru çekti ve o an korkuyla çığlığı bastım. İğrenç kokuyordu ve muhtemelen sarhoştu. Konuşmuyor sadece hırpalıyordu. 

Biraz sonra boğazımda bir sertlik hissettim ve bunun bıçağın sivri ucu olduğunu anlamam uzun sürmemişti. 

''Eğer sesini çıkartırsan seni öldürürüm.'' Korkuyla inledim ve bıçağın boğazıma girmesine belki de bir milim kalmıştı. Az sonra bir el ateş edildi ve ikinci çığlığımı bastım. Boğazımdaki acı kesildi ve bıçak tam şakak hizama düştü. 

Kucağıma düşen pis kokulu adamı birisi üzerimden çekti. Yüzümden üstüme doğru akan kanları elimin tersiyle sildim. Titriyordum. 

İlk göz göze geldiğim Anıl'dı. Yerde yatan pisliğe bir tekme attı ve onu aşağı yuvarladı. Anıl'ın biraz arkasında ise elinde silahıyla Ata duruyordu. Her zamanki gibi kendisinden emindi ve yerde yatan pisliğe doğru ilerliyordu. 

Anıl beni olduğum yerden kaldırdı ve kendine çekti. 

''Bir daha sakın kendi başına iş yapma.''

''Ne?'' dedim yerdekine korkuyla bakarak. Hala yaşıyordu ve can çekişiyordu. 

''Boşuna uğraşma'' dedi Anıl'a dönerek, ''yine bildiğini yapacak.'' 

''Bu piçi ne yapsak?'' dedi Anıl etrafını kolaçan ederek.

Ata sırıttı ve yerde can çekişerek yatan o adama bir el daha ateş etti. 

Az sonra uzaklardan yine siren sesleri duyuldu insanlar etrafımıza toplandı. 





KARANTİNAWhere stories live. Discover now