10.BÖLÜM

572 140 10
                                    

  Nereye doğru savruluyordum haberim yoktu. Gözlerim kapalıydı ve belirsizlik içinde dönüp duruyordum. Belki de insanı en çok yoran şey bakışların altında yatan anlamı çözememek ve belirsizlik arasında gidip gelmekti.

  Bu yüzden görmezden gelme gibi bir seçeneğim yok gibi hissediyordum. Yok saymak ve kafanı her gün gömdüğün o yastığa gömmek yorucu olduğu kadar anlamsızdı. Bazen gözünden süzülen yaşları örten kirpiklerin işlevi seni tuhaf bakışlardan kurtarsa da, gecenin sonunda kaldığın yalnızlığı örtmek için hiçbir şey yeterli olamıyordu. 

   Bu yüzden savruldukça savruluyor ve yalnızlığıma ufak çaplı bir kadeh kaldırıyordum. Bana bazen manasız bazen ise umursamaz bir şekilde bakan o bakışlara ağlayan bir çift gözle karşılık vererek ''şerefe'' diyordum. 

   İşte biz sadece bundan ibarettik. Anlamlı ya da anlamsız. Yaşadıklarımızı gizlemeye asla yetmeyecek o kadehe selam veriyorduk. Söylenecek kelimeler, cümleler çoktan tükenmişti.

  En son neler yaşanmıştı bilmiyordum. Tek bildiğim şey iki farklı bedenin istemsiz bir şekilde birbirini çekmesi ve sonrasında sonsuzluğa doğru uzanan karanlıktı. Bizimkisi bir peri masalı değildi bir kabusun içindeydik ve o kara deliğin eşiğinde bekliyorduk bu yüzden gerçeklerden kaçamaz sadece onları görmezden gelebilirdim. O gece yaptığım şey tam olarak buydu. Bana tüm yapılanları, acılarımı ve gözyaşlarımı o gece görmezden gelmiştim.

  O zaman kaçacak yerimin olmadığını biliyordum. Belki de bu kendimi inandırdığım bir yalandı.

  Ata Alsancak'a gelince kendimi aptal birisi gibi hissetmemi sağlamıştı. O geceden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum ama bu kadar değişim fazlaydı. Hayır düşüncelerimde bir sevgi kelebeği olmayacaktı ama bu kadar umursamaz olmasını beklemiyordum. Yine de yapmam gereken tek şey onun gibi davranmaktı.

   Ondan daha iyi rol yapıyordum. Görmezden gelmek benim için ilk değildi. Babamın bağırışlarını çoğu zaman görmezden gelmiştim. Bu yüzden alışıktım.

   Derin bir nefes aldım ve yine pencereme döndüm. Hava bugün de kapalıydı ve yağmur çiseliyordu. Dışarısı yine kalabalıktı ama her yere şerit çekilmişti. İnsanlar bizi göremeyecek kadar uzaktaydı. Gazeteci ve muhabirler sadece günün belli zaman diliminde geliyordu ve o zamanlar cama çıkmamız kesinlikle yasaktı. Şuan o zaman dilimlerinden birisi değildi bu yüzden camın önünde rahat bir şekilde oturuyor ve düşünmeye devam ediyordum.

   Az sonra arkamda bir ses hissettim ve döndüğümde bu kişinin Anıl olduğunu anladım. Yanıma oturmak için izin istedi. Onu başımla onayladım ve dışarıyı izlemeye devam ettim. Uzun zamandan beri kimseye karşı bariz duygular hissetmiyordum. Artık benim için başka şeyler önemliydi ama o şeylerin adını bir türlü koyamıyordum. Anı da artık daha az önemsediğim ve düşündüğüm insanlardan birisiydi. Ama bu ona karşı olan duygularımı yok etmek için yeterli bir sebep olamıyordu. 

   Az sonra bana klasik bir soru yöneltti, ''seni bu kadar düşünceli yapan asıl şey ne merak ediyorum?'' Sanki sorusunun altında imalar yatıyordu. ''Ne saçmalıyorsun?'' diyerek onu tersledim. Benim ki soruyla karışık bir azarlamaydı ama bu onun ses tonunu bile değiştirmemişti.

   ''Ne demeye çalıştığımı anlayacak kadar akıllı bir kızsın. Ama ne kadar umursadığın tartışılır.'' Omuz silktim ve ona cevap vermedim. Uzun zamandır çok uyuyor ama çok yorgun hissediyordum. Bazen daralıyor ve derin nefesler alıp veriyordum. Zaman zaman ellerim titriyor ve düşüncelerim başımı ağrıtıyordu. Buna rağmen Anıl'ın imaları ve Ata Alsancak'ın dengesizliği beni düşüncelerimden daha az yoruyordu.

   Biraz sonra sınıfın kapısı açıldı ve içeriye görevlilerden birisi girdi. ''Duru Kıvanç?'' dedi kalkanının ardından. Kalbim hızla atmaya başladı ve sert bir şekilde yutkundum. ''Benim.'' diyerek onayladım. ''Rutin kontrol. Benimle gel.'' Bu kaba tavrının altında yatan sebebi bilmiyordum ve açıkçası ilgilenmiyordum. Sadece içimi istemsiz bir korku kaplamıştı.

    Bir şey söylemeden ayağa kalktım ve onu takip ettim. Üç kat aşağı indik ve etrafı incelerken okulun hastaneye çevrildiğini anlamam zor olmadı. Az sonra boş bir sınıfa girdim ve saniyeler içinde yalnız kaldım. Boş sınıfı incelerken kapı ağzına koyulmuş boş yatağa oturdum ve beklemeye başladım. Dakikalar sonra odaya kalkanını kuşanmış bir doktor girdi. Kimden korunuyordu bu doktor? Virüsten mi? Benden mi?

  Derin bir nefes aldım ve bana gülümseyerek bakan doktora gülümseyerek karşılık verdim.

  Az sonra bana doğru bir ilaç uzattı ve içmemi istedi. İlacı içtikten saniyeler sonra terleme hissettim. Neredeyse öleceğimi düşünecektim ki etkisi kısa zaman içinde geçti. Az sonra konuşmaya başladık.

 Kalkanından ve elbisesinden dolayı nasıl birisi olduğunu göremiyordum ama tahminimce otuzlu yaşlarda, hafif kirli sakallı, uzun boylu, siyah saçlı bir adamdı. Nasıl olduğumu iki kez üst üste sordu.

    Ona diğer günlerden farklı hissetmediğimi söyledim ve ardından durumumu sordum. ''Doğrusunu söylemek gerekirse zor zamanlar geçiriyoruz. Taşıdığın hastalık bir virüs bunu biliyorsun ama herkeste belirtisi aynı olmayan bir virüs ve araştırıyoruz. Şuan söyleyebileceğim tek şey, dudak kuruluğu, aşırı terleme ve ateş belirtisi hissedersen hemen bize gelmen. Bu hastalığın yaygın belirtileri arasında yer alıyor.''

   Anladığımı belli edercesine başımı salladım ve gitmek istediğimi söyledim. ''Tabi'' diyerek beni onayladı. Dışarı çıktığımda Ata Alsancak ile karşılaştım. Benim yan sınıfımdan çıkıyordu. Bir şey demeden yanından geçtim ve yukarı merdivenlerden çıkmaya başladım. Az sonra yanımda belirdi ve benimle yürümeye başladı.

   Ona neler döndüğünü sormak istiyordum ama buna cesaretim yoktu. Belki de bu durumda umursayabileceğim en son kişi olmalıydı ama kendime engel olamıyordum. Az sonra kolundan tutarak onu durdurdum. Şimdi kocaman koridorda baş başaydık.

   ''Senin sorunun ne?'' Kollarını iki yana açtı ve umursamaz bir yüz ifadesi takındı. ''Neden bahsediyorsun hiç anlamıyorum.'' diyerek sinirimi daha da arttırdı. 

  ''Hiç.'' dedim onun takındığı ifadeye bürünerek. ''Sadece seni sana daha iyi göstermek için çaba sarf ediyorum.'' Verdiğim yanıt üzerine iki adım geriledi ve   ''Güzel.'' diyerek, sinirle ve ilerlemeye devam etti.

  Tam tekrar konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki, yukarıdan bağırtılar yükseldi. Koşarak merdivenlerden çıktım ve gördüğüm manzara karşında resmen kendimi kaybettim. Kapıya doğru yaklaştıkça yerde yatan bedenin bana çok tanıdık geldiğini hissediyordum. Ölüyü görmem ile birlikte iki kez hıçkırdım ve mimiklerime engel olamadım. Kuruyan dudaklar ve alnın tamamında birikmiş soğumaya yer tutmuş ter tanecikleri gözlerimi buğuluyordu. 

  Yerde yatan ölüyü ise tanıyordum, yine bana bakıyordu ama gözleri artık boş ve anlamsızdı. Bir ölünün ki kadar boş ve anlamsız. 

KARANTİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin