8.BÖLÜM

683 182 9
                                    

  Bu gece dolunay vardı. Gözlerimi ortamın tüm gerginliğine rağmen onun parlaklığından alamıyordum. Bizlere gelince, tek bir sınıfın içinde bize asla ait olmayan o yataklarda yatıyorduk. Sadece birisi vardı ve tanımıyordum. Makineye bağlıydı ve genellikle uyuyordu. Belki de gözlerimi sürekli dışarıda gezdirmemin sebebi asıl olan o gerçekten, birisinin yakın zamanda bu hastalık yüzünden öleceği gerçeğinden kaçmak istememdi. 

   Ama o gerçeği sanki içimde yaşıyor gibiydim. Ben de o hastalığın bir parçasıydım. Sadece ölüme onun kadar yakın değildim. Belki de yakındım bilmiyordum. 

  Olaylı o günden beri hiç konuşmamıştık. Tabii konuşmaktan kastım dil ile olan o iletişimdi. Gözlerimiz yeterince konuşuyor ve bize bir şeyleri anlatmak için çabalıyordu. Aslında her bir bakış konuşuyor gibi görünse de, birbirimize kaçamak bakışlar atsak da bir çift gözün altında manasını çözemediğimiz gerçeklerimiz yatıyordu. 

  Gözlerim ise çoğu zaman anlamsız bir şekilde  Sude'ye kayıyordu. Çünkü bazı gerçeklerden emin gibiydim. Başından beri Anıl'ın sevgilisi olarak bahsettiği o yabancı kız çok yakınımda, birkaç adım önümde başka bir yatakta yatıyordu. O kız Sude'ydi. 

  Anıl ve Sude'ye kaçamak bakışlar attığımda Sude'nin sürekli Anıl'ı izlediğini görüyordum ama Anıl hiç umursuyor gibi gözükmüyordu. Bakışlarının altında öfke ve kızgınlık yatıyordu. Ama asıl kızgınlığının sebebini bilmiyordum. 

   Belki de öğrenmek isteyeceğim en son şey buydu. Çünkü bu hastalığı vücuduma aldıktan sonra benim için başka insanların hayatları, düşünceleri ve hissettikleri daha az önemli olmaya başlamıştı. Kendi içimde verdiğim bu savaştan bile çıkamazken insanların birbirleriyle girdiği  o savaşı nasıl izleyecektim? Uzaktan izlemeyi düşünmek bile yorucuydu. 

  Bu yüzden çoğu zaman düşünüyordum. Tıpkı bana yazılmış şarkı notası gibi okudukça ve çaldıkça anlam kazanan farkı bir boyuta doğru yükseliyordum. 

  Kendimi günden güne daha güçsüz ve daha bitkin hissediyordum. Dışarısı özgürlüktü ve birileri beni o özgürlüğün içinden kara bir deliğe çekmişti. Bu yüzden, yapamadığım ve gerçekleştiremediğim çoğu şey için kendimi asla affetmeyecektim.

  Düşüncelerimi sızlatan eklem ağrılarım sanki başıma kadar çıkıyor ve bende inanılmaz bir ağrıya sebep oluyordu. Uzun zamandır rahat değildim ama sinirimi, üzüntümü hatta durgunluğumu bile dışarıya atmamın ağlama denen bir yolu varken artık ağlayamıyordum.

   Kızarmaya yüz tutmuş gözlerimi yumdum ve kafamı yastığa gömdüm. İçimden derin bir ses ''Hadi artık ağla,'' diyerek beni sarsıyordu. Ama güçlü kalmaya çalışan bedenim buna müsade etmiyordu. Biraz sonra iç sesim sanki odada yankılanır gibi oldu ve sesin asıl geldiği yere baktım. O konuşuyordu.

  Ata Sancak.

  ''Ağla da rahatlayalım.'' Eğer elimdeki iğneyi son anda fark etmesem ona saldıracaktım ama sanki güçsüzlüğüm beni tekrardan yattığım yatağa mahkum etti. ''Hayatımızı mahvettin,'' diyerek mırıldandım ve ağlayarak konuşmaya devam ettim, ''Ne olurdu bu okula değilde başka bir okula gitseydin ya da o iğneyi tam bana yapacağın sırada elinden düşseydi ya da yada...''   

  Derin bir nefes aldım ve gözlerimi yumdum. Yanaklarımdan aşağı doğru akan yaşlar mı yoksa söylediklerim mi onda değişik bir etki yaratmıştı bilmiyordum ama söylediği o iki kelime beni biraz da olsa rahatlatmıştı.

''Özür dilerim.''

Tekrardan derin bir nefes verdim, ''bu kadar mı ?''

  ''Zamanı asla geriye alamam hiçbir zaman nasıl hissettiğimi anlayacaksın çünkü eşit şartlarda değiliz. Sadece yaptığımız her şeyin bir nedeni vardı. Benim de nedenlerim vardı doğru veya yanlış bir önemi yok. Sadece üzgünüm bunu bilmeni istiyorum.''

''Bu hiçbir şeyi geri getirmeyecek. Burada kuruyup gideceğiz.''

''Özür dilerim.''

''Kes sesini artık,'' diyerek mırıldandım ''bıktım herkesten.''

   Bu konuşmadan sonra günlerce konuşmadık. Az sonra kamufle bir elbisenin içinde birisi geldi ve elimdeki iğneyi çıkarttı, nasıl olduğumu sordu onu ''iyiyim'' diyerek geçiştirdim ve dışarı çıkmasını bekledim. Sınıftan çıktığında yataktan doğruldum ve dolunayı izlemeye devam ettim. Her şey sıradandı ve durgundu.

  Ara sıra odayı inceliyordum. Az sonra Anıl'ın uyanık olduğunu gördüm ama sadece bakıştık. Bakışlarımız ile birbirimize hiç öğrenemeyeceğimiz o gerçekleri anlattık. 

  Daha sonra yıldızlara çevirdim gözlerimi, ayın etrafını sarmışlardı ve gökyüzünde parlaklıklarıyla adeta beni kendilerine doğru çekiyorlardı. Bilmiyorlardı sanki önümüzde kocaman bir tuğla yığınının engel olduğunu...

  Derin bir nefes verdim ve dışarıyı izlemeye devam ettim. Her şey hala sıradandı ara sıra kuşlar gökyüzünde geziniyor ve parlayan dolunay ve yıldızlar arasında mekik dokuyorlardı. Az sonra havai fişek patlaması oldu ve tüm gökyüzü adeta parladı.

  Şimdi kendimi piyanomun başında şarkısını çalmaya hazırlanan bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Ellerim piyanoya bazen nazik bazen ise arsızca değiyor notalarını gökyüzüne doğru üflüyordu. Her bir nota benden bir parçaydı ve ben, bana ait olan tüm parçaları yavaş yavaş kaybediyordum. 


KARANTİNAWhere stories live. Discover now